Millî Görüş’ün resmi ve fiili temsilcisi Saadet Partisi’ni AKP’ye yamama girişimlerini artık aleniyete döken, ancak yıllardır her hareketine birkaç ayet-hadis mealini delil gösterdiği halde, Erdoğan’a payanda olma gayretlerini Kur’an ve Sünnetle desteklemeyi beceremeyen Oğuzhan Asiltürk, sonunda hiç utanmadan Erdoğan’ın uçağına kurulup güya kurtuluş programlarına katılmak üzere ve onur konuğu statüsüyle Kıbrıs’a taşınmışlardı. AGD Başkanı Salih Turhan ise herhalde çantacısı olarak yanına alınmıştı. Yıllar önce Erbakan Hocamızın, ülkemizde milli ve manevi değerlere bağlı MHP ile 1991 seçimleri öncesinde çok hayırlı ve yararlı sonuçlar doğuran bir seçim ittifakı oluşturma çabalarına; “Biz ırkçılarla bir arada olamayız. Kürt kardeşlerimizi üzecek irtibatlar kuramayız!” diyerek karşı duran ve fesat çıkaran Oğuzhan Asiltürk’ün, bugün Devlet Bahçeli’yle kol kola ve Erdoğan’ın politik potasında buluşmalarının asıl nedenini, ortak genlerinde ve karanlık geçmişlerinde aramak lazımdı. Sayın Erdoğan’ın günler öncesinden müjde diye duyurdukları ise Lefkoşa’ya Külliye Binası ve dinlenme parkı yapmak olduğu anlaşılmış, Dilipak gibi yandaşlarını bile utandırmıştı. Üstelik Sn. Erdoğan 1974 Şanlı Kıbrıs Harekâtı’nın asıl mimarı olan Erbakan Hoca’yı bir kez olsun şükranla anmaktan sakınacak kadar da vefasızdı; zira Siyonistlere yaranması lazımdı. Çünkü Siyonist odakların güdümündeki CIA, 1974 Kıbrıs çıkarmasında ABD (ve AB) için en büyük engelin Başbakan Yardımcısı Necmettin Erbakan olduğunu resmi raporlarına yazmıştı. Erbakan’ın tavizsiz tavrından yakınan ve Onu devre dışı bırakmak gereğini vurgulayan CIA yetkilileri; “Milli Güvenlik Kurulu’nun, ABD ile müzakerelerin başlatılması ve onlarla birlikte davranılması” kararına Erbakan’ın uymadığını ve başlatılan harekât sonucu Kıbrıs’ın yarısının elden çıkarıldığını, ama Süleyman Demirel’in ABD ile oldukça uyumlu davrandığını, resmi belgelere yansıtmışlardı.
1975 October 28 tarihli “National Intelligence Bulletin” başlıklı rapora göre, Erbakan siyasi geleceğini bile tehlikeye atmış ve Kıbrıs’ın yarısının kurtarılmasını başarmıştı.
İşte güya Dindar Kahraman R. T. Erdoğan’ın şimdi Kıbrıs’ta Erbakan’ı ağzına bile almaması, yoksa CIA’cıları ürkütmemek amacıyla mıydı?
Oğuzhan Asiltürk denen fırsatçı fesat, Millî Görüş Hareketi’ni ve SP’yi Erbakan çizgisinden, daha doğrusu İslami ve insani istikametinden koparıp;
• Cumhuriyet Türkiye’sinde gelip geçmiş hükümetler içinde en çok faizci olan AKP’ye…
• 6284 nolu kanunu meclisten geçirip halen ve fiilen uygulayan (İstanbul Sözleşmesi’nin yasalaşmış hali) ve evli erkek-kadınların gayri meşru ilişkilerini suç ve ceza kapsamından çıkaran en çok zina destekçisi ve livata serbestçisi olan AKP’ye…
• Loto, toto, piyango, kazı kazan, at yarışı, it yarışı gibi yüz türlü kumar çeşidini yaygınlaştıran, devleti vurgun ve soygun batağına saplatan en çok haram ve haksız kazanç tertipçisi, teşvikçisi ve işbirlikçisi AKP’ye…
• Yüzlerce kere, hakaret ve hıyanetlerine rağmen, bunca küstahlık ve kahpeliklerine rağmen hâlâ Haçlı AB kapısında en zelil nöbet bekçisi AKP’ye…
• Tüm Anayasamızı ve yasalarımızı barbar ve ahlâksız Batı’nın kriterlerine, erkek erkekle, hatta kızı, bacısı ve yeğenleriyle evlenmeyi resmen geçerli sayacak kadar soysuzlaşmış Avrupa’nın lağım çirkefine uydurmak hususunda en münafık cesaretli olan AKP’ye… yamamaya çalışmaktaydı ve bunu öyle gizli kapaklı değil açıkça ve küstahça yapmaktaydı. Oğuzhan’a göre İslamcı ve din istismarcısı AKP’li kardeşlerine (!) sahip çıkılması lazımdı. Aslında Erdoğan’la ayarları da, damarları da, amaçları da aynıydı!
Öte yandan güya Genel Başkan olan şahıs, partinin yetkili organlarını toplayıp, bu uyduruk YİK Başkanlığını iptal kararı alarak camiamızı Oğuzhan belasından kurtarmak yerine, onun hıyanet girişimlerine yönelik haklı tepkileri törpülemeye ve Oğuzhan’ın sözlerini hayra tevil etmeye uğraşıyordu. Olmayınca kayıplara karışıyor, istifa ettiği konuşuluyor, partiye Genel Başkan Vekili atanıyordu.
Hatta Temel Bey, Sn. Erdoğan’ın yanında poz vermekten onur duyan Oğuzhan Asiltürk’ün, AKP’nin bütün tahribatlarını meşrulaştırıcı ve topluma mazeret aşılayıcı tavırlarını destekleyen ve Erbakan Hoca’nın 1974 Kıbrıs çıkarmasını istismar ederek Erdoğan yalakalığını mubah gösteren demeçler vermekten bile sakınmamıştı!?
Bütün bu tahribatlar ve şeytani hesaplar karşısında, 80 il başkanından, 900 ilçe başkanından, toplam on binlerce şahıstan oluşan güya yetkili organlardan, MİLKO’lardan, CILKO’lardan tıs çıkmıyor, sadece “fıs” çıkıyordu… İşte Allah böyle mükemmel ve muhteşem şekillerde imtihan ediyordu; herkesin ayarını ve amacını ortaya çıkarıyordu... Hiç kimse kıvıramıyor, kaytaramıyor ve hâşâ Allah’ı atlatamıyordu! Bak: Ankebut 4. ayet: “Yoksa (her türlü) kötülüğü yapıp (gizleyenler ve olduklarından başka türlü görünenler), Bizi (Allah’ı) atlatıp geçeceklerini (ve insanları sürekli aldatabileceklerini) mi sanıvermektedirler? Onlar ne kötü (ve yanlış bir) hüküm (ve kanaat) yürütmektedirler.”
Öyle ben Milli Görüş takipçisiyim, Saadet Partiliyim demekle imtihan kazanılmıyor, kurtuluş beratı alınmıyordu. SP içinde bile, bu denli açık seçik haksızlık ve tahribatlara, şeytanı bile güldüren mazeretlerle sessiz ve tepkisiz kalanlar “Dilsiz Şeytan” olmaktan kurtulamıyordu…
Ve sonuç olarak; Allah, Hakkı arayana ve haklıyı savunana hidayet veriyor, cennet yolunu kolaylaştırıyor; haksızlıklara ve tahribatlara tepkisiz kalanları ve Hakkı savunmaktan korkanları ise dalâlete terk ediyor ve onlara cehennem yolunu açıyordu. İşte Leyl Suresi 4-11 ayetleri de bu hikmetli ve adaletli gerçeği şöyle beyan ediyordu:
4- Ki gerçekten, sizin sa’yü gayretleriniz (ilgi, bilgi, beceri ve hedefleriniz) elbette pek çeşitli, çelişkili (ve darmadağınıktır). [Bu nedenle üretime ve verime katkıları farklı olacağından, emeklerinin karşılığı olan ücretleri de farklı olacaktır.]
5- Amma, her kim (elindeki nimetlerden başkalarına da ve Allah yolunda) verip (hayırda harcarsa) ve (her türlü küfür ve kötülükten) korkup sakınırsa,
6- Ve en güzel (daveti ve davayı ve İslam nizamına çağrıyı) doğrular (ve destek çıkıp tâbi olur)sa,
7- Biz de onu; kolay olan (fıtrat dini İslam) için (çabalarını rahatlatıp) başarılı kılacağız (ona hidayet, ibadet ve hizmet yolunu kolaylaştıracağız).
8- Fakat her kim de cimrilik ve bencillik ederek (ilim, servet ve şöhretine güvenerek) kendisini (Hakk davadan ve hayırlı çağrıdan) müstağni sayarak (hizmete ve teslimiyete ihtiyaç duymazsa),
9- Ve en güzel olan (Hakk çağrıyı ve İslami esasları) da yalan sayarsa (en gerekli daveti yapanı ve en gerçekçi davayı savunanı yalanlar ve karşı çıkarsa),
10- Biz ona da en zorlu (ve zararlı) olanı (kötülük yollarını ve azaba uğramasını) kolaylaştıracağız (böylece adım adım rezalet ve felaketlere hazırlayacağız).
11- Artık tereddi edip (baş aşağı düşüşe uğrayacağı ve dalâlet uçurumlarına yuvarlanacağı ve sonunda cehenneme atılacağı) zaman, malı (makamı, mansıbı) ona hiç yarar sağlamayacaktır. (Çünkü kendisine cehennem ve cehalet yolu açılmıştır.)
Ahmet Akgül, tam kırk yıldır; Durmuş Durduyan ve takımının İslami gayret kılıflı sinsi hıyanetlerini ve Aziz Hocamızın bunları Millî Görüş’e katma ve katlanma stratejilerini konuşup yazdığı için, “Oğuzhan Ağabeyimize iftira atıyor!” bahanesiyle yapmadıkları hakaret bırakmayan yandaş ve yalaka mücahitlerin, şimdi biraz olsun yüzleri kızarmıyor ve vicdanları sızlamıyorsa; bu pişkinlik tavrı onlara şırınga edilen münafıklık aşısının tuttuğunun ispatıydı…
Bu arada Yeniden Refah’çıların sevinip ferahlanmaları ve kendilerine haklılık payı çıkarmaları da yanlıştı ve yakışıksızdı. Önce, niyetleri ve yöntemleri yanlış da olsa, maalesef yine Oğuzhan’ın kışkırtmaları ve tuzağa kapılmaları sonucu ayrı bir parti kurduktan sonra, Milli Görüş’ü temsil edecek ve topluma umut verecek hiçbir program ve performans ortaya koyamamışlardı. Ve zaten, en başında partide kalarak bu yamuk kafalarla mücadele etmeyi göze alamayıp, kaytarıp ayrılmak gibi en ucuz ve kolay olana yanaşmışlardı. Bugün bile partilerini feshedip, SP’ye dönerek kaldıkları yerden mücadelelerini sürdürmeleri en makul ve makbul olan davranıştı. Çünkü artık çok açık şekilde haklılık gerekçeleri vardı.
Ve asla unutulmasın ki; bu dava, Baba-Oğul mirası değil Hak-Bâtıl kavgasıydı. Bu dava; kuru heves ve heyecanları tatmin fırsatı değil, Allah’ın rızasını ve mazlumların duasını kazanma sevdasıydı. Bu nedenle cihadın da, onun aracı olan teşkilat yapılanmalarının da yine Kur’an’a ve İslami kurallara göre olmak mecburiyeti vardı.
Hem, öyle “2. Erbakan Dönemini başlatıyoruz!” gibi dışı hoş içi boş asılsız palavra ve patavatsızlıklarla hiçbir yere varılamazdı, ciddi ve gerçekçi çareler ortaya koyulamazdı. Bırakın 2. Erbakan olmayı, asıl Erbakan’ın kutlu projelerini ve hedeflerini anlama gayretinden bile uzak davranılmaktaydı. Ancak bu partideki samimi Millî Görüş yolcularının ve Erbakan bağlılarının halis niyetleri bereketiyle, sonunda hayırlı işlere vesile olacakları umulmaktaydı. Çünkü onlar Oğuzhan ekibinin hıyanet davranışları yüzünden başkaldırmış ve ayrılmışlardı. Ve özellikle temelde aynı hakikat ve hedeflere sahip Milli Görüşçülerin, Durmuş Durduyan münafıklarının tahrikine kapılıp birbirlerine hasım gibi davranmalarından mutlaka vazgeçmeleri lazımdı.
Şimdi ey Oğuzhan Asiltürk marazlısı… Ey dava haini ve mel’un odakların işbirlikçisi Erdoğan meraklısı!
“AKP’li kardeşleriniz alınmasın ve darılmasın” diye Bakara Suresi: 275 ve 279 “(Farklı isimler ve sistemler içerisinde ve çeşitli şekillerde) Faiz (riba) yiyenler (ve faiz ekonomisini yürütenler; dünyada asla ayakta duramayacak, onurlu ve huzurlu yaşayamayacak, kıyamet günü ise) ancak şeytan çarpmış (sara nöbetine yakalanmış) olanın kalkışı gibi, (Allah’ın kahrına uğramış) olmaktan başka (bir tarzda) kalkamayacaklardır. Bu, onların: "Alım-satım da ancak faiz gibidir" demelerinden (faizi helâl görmelerinden ve faize fetva üretmelerinden) dolayıdır. Oysa Allah, alışverişi helâl, faizi haram kılmıştır. Böyle her kime Rabbinden bir uyarı ve yasaklama gelir de (faize) bir son verirse, artık geçmiş (dönemdeki uygulamaları ve kazandıkları) kendisine kalır (ve bağışlanır; bundan sonraki) işi(nin başarısı ve bereketi) de Allah'a aittir. (Devlet ona helâl ve hayırlı kazanç yolları göstermelidir.) Kim de (cahili sisteme) geri dönerek (faizli muameleye devam ederse), artık onlar ateşin halkıdır, orada sürekli kalacaklardır. [Not: Bu ayette “Elleziy ye’külü-r riba” (Faiz yiyen kimse) denmeyip; çoğul olarak “Elleziyne ye’külune-r riba” (Faiz yiyen kimseler) buyrulması, yani, ismi mevsulün, cemi müzekker salim kalıbı ile getirilmiş bulunması; asıl tehlikeli ve tahrip edici FAİZ’in, ferdi riba muamelesinden ziyade bugünkü gibi bir sistem halinde ve resmi müesseseler (Banka şubeleri) eliyle yürütülen faiz cinsinin olduğuna dikkat çekmek amaçlıdır.]”
“Şayet böyle yapmazsanız, (yani faizi, faizci düzenleri ve yöneticileri bırakmazsanız) Allah'a ve Resulüne karşı savaş açtığınızı (adil devlet ve hükümet düzeninin temellerini yıktığınızı) bilip anlayın (ve ona göre davranın). Eğer tevbe ederseniz, artık sermayeleriniz sizindir. (Böylece) Ne zulmetmiş olursunuz, ne zulme uğratılmış olursunuz. (Öyle ise mü’minler faizsiz düzene geçmek için çalışmalıdır.)” mealindeki faiz ayetlerini gündeme taşımayalım ve hatırlatmayalım mı?
AKP’li dostlarınız ve Erdoğan saltanatınız üzülmesinler ve zarar görmesinler diye Maide Suresi: 90 ve 91 “Ey iman edenler! Kesinlikle şarap (her çeşit sarhoş edici içki ve uyuşturucu), kumar, dikili taşlar (putlar) ve fal-şans okları (çekiliş oyunları; bunların tamamı), ancak şeytanın işinden birer pisliktirler. Bunlardan (bu rezaletleri ülkenize bulaştıranlardan ve hâlâ uygulayanlardan) kaçınıp uzaklaşın, olur ki (bu sayede) kurtuluşa erişirsiniz.
Gerçekten şeytan(i sistemler) içki ve kumar vasıtasıyla aranıza düşmanlık ve kin sokmak, sizi Allah’ı anmaktan ve namaz kılmaktan (yani İslamca düşünüp yaşamaktan) alıkoymak istemektedir. Artık (bunların kötülüğünü fark edip) vazgeçtiniz değil mi?” mealindeki kumar ve içki ayetlerini okumayalım ve uyarı görevimizi yapmayalım mı?
AKP’li arkadaşlarınız huzursuz ve rahatsız olacaklar diye Bakara Suresi: 120 ve Mümtehine Suresi: 1-2 “Sen onların milletlerine (Siyonist ve emperyalist emellerine ve zulüm düzenlerine) tâbi olmadıkça Yahudi ve Hristiyanlar, kesinlikle Senden (ve Ümmet-i Muhammed’den) razı olacak (memnun kalacak) değillerdir. (Eğer Yahudi ve Hristiyanların zalim takımı, Müslüman bilinen kimselerden razıysa ve yardımcı oluyorsa, anlayın ki bunlar, kendilerinin güdümüne girmiştir.) De ki: Şüphesiz (tek) kurtuluş ve huzur yolu, Allah’ın yoludur (Peygamberin sünneti ve sistemidir). Eğer Sana gelen bunca ilimden (ve Kur’ani haber ve hükümlerden) sonra onların (yani Siyonist ve emperyalist odaklara yanaşanların) hevâlarına (ve şeytani arzularına) uyacak olursan, (artık) Senin için Allah (tarafın)dan ne bir dost, ne de bir yardımcı kalıverir.”
“Ey iman edenler, (sakın) Benim de düşmanım sizin de düşmanınız olan (kişileri, çevreleri ve ülkeleri) evliya (dost ve müttefik) edinmeyin. (Zalim ve kâfir güçlerin hükmüne ve himayesine girmeyin. Bu uyarılarıma rağmen hangi sebep ve beklentiyle) Siz hâlâ onlara karşı meveddet (yaranmak için muhabbet ve destek çağrısı) yöneltmekte (ve onlara yakınlık mesajı ve tavrı iletmekte)siniz; oysa onlar size Hakk’tan gelen (Kur’ani emir ve hükümleri) inkâr etmişler, Rabbiniz olan Allah’a imanınızdan dolayı, Elçiyi de, sizi de (ülkenizden, hak ve hürriyetlerinizden) çıkarmaya girişmişlerdir. Eğer siz, Benim uğrumda (Kur’an’ın adalet kurallarını hâkim kılmak ve herkese temel insan haklarını sağlamak üzere) CİHAD etmek ve Benim rızama erişmek (niyeti ve gayretiyle yola) çıkmış iseniz; (nasıl oluyor da hâlâ kalbinizin içinde zalim ve kâfir güruhuna) onlara karşı meveddet (sevgi ve destek) gizliyorsunuz? (Oysa) Ben sizin gizli tuttuklarınızı da açığa vurduklarınızı da bilirim. Sizden kim bunu yaparsa (zalim ve kâfir güçlere yaranmaya ve sığınmaya çalışırsa), artık o kesinlikle (Hakk) yolun ortasından şaşırıp-sapmış birisidir.
Eğer onlar, sizi (her yönden zayıf ve çaresiz konumda) yakalayıp ele geçirirlerse, (kesinlikle) sizin düşmanınız gibi hareket (ve hakaret) edecekler ve size ellerini ve dillerini kötülük için uzatıp (zahmet ve eziyet vereceklerdir). Ve onlar (Hakkı ve hayırlı olanı terk ve) inkâr etmenizi arzu edip dayatmak üzere (çeşitli hile ve hıyanetler peşindedirler).” mealindeki ayetlerini yok mu sayalım?
Erdoğan yandaşlarına ve AKP iktidarının yalakalarına dokunacak diye Maide Suresi: 44 “Gerçek şu ki, içinde bir hidayet ve nur bulunan Tevrat'ı Biz indirdik. (Allah'a) Teslim olmuş peygamberler, Yahudilere onunla hükmederlerdi. Bilgin-yöneticiler (Rabbaniyyun) ve yüksek bilginler (Ahbar), Allah'ın kitabını korumakla görevli kılındıklarından ve onun üzerine şahitler olduklarından (onunla hükmederlerdi.) Öyleyse (ey bilgili ve yetkili kimseler) insanlardan korkmayın, Benden korkun ve ayetlerimi az bir değere karşılık satmayın. Kim (hükümet ederken, hâkimlik ve hakemlik yaparken) Allah'ın indirdiğiyle hükmetmezse (siyasi, ekonomik, ilmi ve ahlâki konularda çözüm üretirken ve kanun hazırlarken, hiçbir mazeret ve mecburiyeti bulunmadığı halde, Kur’an’ın emir ve yasaklarını temel ölçü edinmezse); işte onlar kâfirlerin ta kendileridir.” mealindeki ayetini anlatmayalım, açıklamayalım, AB kriterlerine göre Anayasa hazırlamanın imani ve ahlâki tahribatını tartışmayalım mı?
Asıl, bu Kur’ani gerçekleri onlara hatırlatmak ve uyarı (tebliğ) görevimizi yapmak, kardeşliğin icabı sayılmaz mıydı?
Yahu siz hangi inancın, hangi Kitabın mensuplarısınız? Hangi davanın, hangi tarafın adamlarısınız?
Siz Milli Görüş’ün altını oymak, içini boşaltmak ve kökünü kurutmak için görevli kılınmış, malum ve mel’un odakların elemanları mısınız?
Erdoğan’ın peşine takıldığı ve ahlâksız talimatlarını bir bir yasalaştırdığı Haçlı AB’nin ve arkasındaki Siyonist mahfillerin çok özel ve gizli ajanları mısınız?
İşte Bakınız, Başörtüsünü Yasaklayan İslam Düşmanı AB, LGBTİ Sapkınlarını Koruma Altına Almıştı!
LGBTİ sapkınlarına karşı etkili yaptırımlara imza atan Polonya ve Macaristan hükümetlerini Avrupa Birliği prensiplerini ihlal etmekle suçlayan Avrupa Komisyonu, bu iki ülkeyi Avrupa Adalet Divanı’na sevk etmek tehdidinde bulunmuşlardı.
Sözde özgürlükler kıtası Avrupa’nın resmi kurumları, Müslümanların ibadetlerini yerine getirmesine her türlü engeli çıkarırken, sapkın akımların önünü her geçen gün biraz daha açmaktaydı. Toplumsal değerlerini koruyabilmek için, LGBTİ sapkınlarına karşı etkili yaptırımlara girişen iki Avrupa ülkesi Macaristan ve Polonya, sapkınların koruyucusu olan Avrupa Komisyonu tarafından açıkça tehdit edilmeye başlanmıştı. Macaristan ve Polonya’nın LGBTİ karşıtı kararlarını tek tek incelemeye alan Avrupa Komisyonu, bu iki ülkeyi Avrupa Birliği’nin temel ilkelerini ihlal etmekle suçlamıştı. Avrupa’nın aykırı ülkeleri Macaristan ve Polonya, Avrupa Komisyonu’nun her türlü dayatmalarına rağmen LGBTİ sapkınlığını ülkelerinden uzaklaştırmak için haklı mücadelelerinden geri adım atmamışlardı.
Macaristan’dan Sapkınlığa Sert Tavır!
Macaristan’da kabul edilen yeni yasa, çocukların sağlıklı ve güven içinde yetiştirilmesini gerekçe göstererek pedofili suçlara verilecek cezaların ağırlaştırılmasını öngörmüş, aynı taslak içinde cinsi sapkınların toplum içindeki haklarını kısıtlayan maddeleri de yasalaştırmıştı. Buna göre eşcinsellik konusunun kamuya açık bir şekilde ele alınması da suç kapsamına alınmıştı. Televizyon programlarında, film ve içeriklerde eşcinselliğin gündeme getirilmesi cezai yaptırımla karşılaşacaktı. Ayrıca LGBTİ bireyleri destekleyen kurum ve kuruluşların reklam ve eğitim faaliyeti de yasaklanmıştı.
Polonya ve Macaristan gibi Hristiyan Batı Ülkeleri bile LGBTİ sapkınlığını “Ahlâki ve ailevi temelleri sarstığı” gerekçesiyle yasaklarken, Türkiye’de Dindar Kahraman Erdoğan iktidarı, görünüşte İstanbul Sözleşmesi’ni fesih kararı almış, ancak LGBTİ sapkınlığına yasal kılıf geçiren 6284 sayılı kanunun fikren ve fiilen uygulandığını açıklamışlardı. Acaba Oğuzhan Asiltürk ve Necmettin Aydın gibiler, AKP’ye yanaşmayı savunurken bu acı gerçekleri nasıl da unutmuşlardı?
Necmettin Aydın’ın Doğru Saptamaları ve Yamuklukları!
20. Dönem Zonguldak Milletvekili Necmettin Aydın, Oğuzhan Asiltürk'ün şakşakçısı rolüyle: “Saadet Partisi yönetimi söylenenleri ve Oğuzhan Bey’in tekliflerini dinlemezse yeni bir parti kurulabilir” diyerek şantaja kalkışmış ve açıkça SP’yi parçalama amaçlarını açığa vurmuşlardı.
Hatırlanacağı gibi; Saadet Partisi’nin sözde Yüksek İstişare Kurulu (YİK) Başkanı Oğuzhan Asiltürk, sosyal medya hesabı üzerinden partisiyle ilgili açıklamalarda bulunmuş ve 53 paylaşımda kurultay çağrısı yapmıştı. Saadet Partisi'nde büyük yankı uyandıran Asiltürk'ün çağrısı sonrası 20. Dönem Zonguldak Milletvekili Necmettin Aydın da basın açıklaması yaparak mevcut yönetime tepkisini vurgulamıştı. Aydın açıklamasında; "Sayın Asiltürk haklıdır ve davanın en önemli ismidir. Saadet Partisi yönetimi söylenenleri dinlemez, bugüne kadar herkesi partiden uzaklaştırdığı gibi sayın Asiltürk’ü de dışlamaya kalkarlarsa yeni bir partinin daha kurulmasına sebep olurlar." şeklinde tehditler savurmuşlardı.
SP'nin Başına Gelen En Büyük Felaket, Kamalak’ın Genel Başkan Seçilmesidir!
Merhum Erbakan Hocamızın vefatı ile SP’nin başına en büyük felaket olarak, Kamalak gelmiştir. Bugün yaşananların daha iyi anlaşılması için kamuoyunu aydınlatmak vazifemizdir. Siyasi Partiler milletindir ve bilme hakkı vardır. Merhum Erbakan Hocamızın son genel başkanlığı döneminde genel başkan yardımcısı idim. Vefatından sonraki yapılan ilk Genel İdare Kurulu toplantısında hukukçu Kamalak tarafından hukuk çiğnenerek SP’nin ipi çekilmiştir.
Birincisi siyasi partiler kanununun 45 gün içinde büyük kongre yapılması amir hükmü çiğnenmiş, parti başsavcılıktan ihtar yemiş, vekil genel başkanla seçimlere gidilerek partinin oyu %1’lere düşürülmüştür. Bütün parti başkanları kendi illerinde partisinden çok oy alırken Kahramanmaraş’ta daha düşük oy alınmıştır. İkinci olarak Genel İdare Kurulu toplantısında parti tüzüğünde bulunan Yüksek İstişare Kurulu Başkanlığı seçimi de yapılmış idi. Bu konuda yaptığım konuşmada, merhum Erbakan Hocamızın haksız yere siyasi yasaklı olduğu (MSP, RP ve SP) dönemlerde bizlerin ve toplumun onun liderliğini ve partilerini yönetme hakkını kabul ettiğini, yasak kalkar kalkmaz Genel Başkan olduğunu ve dolayısı ile YİK başkanlığının artık bu özelliğinin olmadığını, partiyi kim yönetecekse onun genel başkan olması gerektiğini, YİK başkanının Molla Gürani’miz olması gerektiğini ve bunun Oğuzhan beye yakışacağını söylemiştim. Kendisi de yaptığı konuşmada bu görevi Molla Gürani olarak yapacağını teyit etmiştir. Daha önce odasında kendini, hukukçusun kulağıma bazı şeyler geliyor, sakın hukuksuz bir şey yapma diye uyarmıştım, ancak Kamalak, biraz geç gittiğim öğleden sonraki oturumda Oğuzhan beyin lider olduğunu belirterek biat merasimi düzenleyip el öpüp biat ederek herkesi de biat ettirdiğini ve bitmek üzere olduğunu gördüm. Oğuzhan bey samimi bir insandır, ama kim olsa bu kadarına dayanamaz ve liderliği kabul eder. Sayın Kamalak ihtirasları için Oğuzhan beyi ve parti yönetimindeki, samimi ve saf arkadaşları kullanmıştır. Sayın Karamollaoğlu da Oğuzhan beyin liderliğini kabul ederek başkan olmuştur.
Peki, Saadet Partisi’nde sarsıntı ve Asiltürk ayrışması nasıl bitecekti?
Şimdilerde işler kötüye gidince, oylar düşünce çare arıyor diye daha önce Oğuzhan beye yaslanarak başkan olanlar artık ondan kurtulmaya çalışıyorlar. Üçüncü büyük hata ise hukukçu Kamalak, Milli Görüş fikrini baskılamış, ısrarla FETÖ’ye yaslanmış ve SP’nin büyük felaketi olmuştur. Aşağıdaki beddua da hem bunun hem de nankörlüğün yeni delilidir. Beddua denilince akla, Kamalak’ın ‘hizmet hareketi Türkiye’nin en hayırlı hareketi’ dediği FETÖ gelir. Aşağıdaki beddua cümlesi de hemen hemen aynı formattadır. Gönülde olan dile gelir.
Oğuzhan Asiltürk’ün Çıkışı, Tarihi Bir Hamledir!
Sayın Oğuzhan Asiltürk’ün çıkışı ile Milli Görüş camiasında ciddi hareketlenme başlamıştır. Sayın Asiltürk, merhum Erbakan Hocamızdan bugüne kadar uygulanan politikalara yönelik itirazını iki temel tespitle özetliyor: Milli Görüş çizgisinden kayma, tamamen retorik bir muhalefet anlayışı.
"Sayın Tayyip Erdoğan’a Hasmane Bir Duruş Sergilenmesi Zarar Vermektedir!"
Her iki tespit de doğrudur. Sayın Kamalak zamanında; “(Fetullahçı) Hizmet hareketi bu ülkenin en hayırlı hareketidir” denilerek Milli Görüş düşüncesi davası örselenmiş, Gülen hareketine fazla yaslanılmıştır. Sayın Karamollaoğlu da önceleri Milli Görüş hareketini bölen en önemli aktör olan sayın Abdullah Gül’ün yaveri gibi hareket etmiş, daha sonra ve şimdilerde de özellikle CHP ile tek parti gibiymiş imajı doğuruvermiştir. Bu iki sayın genel başkan sağlıklı bir muhalif duruş yerine, Sayın Tayyip Erdoğan’a hasmane bir duruş sergileyerek AKP’ye gitmiş gönlünde MİLLİ Görüş muhabbeti olan seçmen kitlesi ile araya duvar örmüşlerdir. İlk zamanlarda AKP seçmeninin büyük oranda ikinci tercihi SP iken, bugün SP son tercihtir. Daha da vahimi SP, Yeniden Refah Partisi’nin kuruluşunu engelleyememiştir.
"Bu Vaziyette Seçime Gidilirse Yeni Bir Hüsran Kaçınılmaz” Görünmektedir.
Üçüncü büyük hatayı ben ilave edeyim, Teşkilat çalışması terk edilmiştir. 2023 seçimlerine iki yıl kalmıştır, bu vaziyette seçime gidilirse yeni bir hüsran kaçınılmazdır. Acilen kongre, yeni bir genel başkan ve öze dönüş şarttır. Sayın Asiltürk haklıdır ve davanın en önemli ismidir. Saadet Partisi yönetimi söylenenleri dinlemez, bugüne kadar herkesi partiden uzaklaştırdığı gibi sayın Asiltürk’ü de dışlamaya kalkarlarsa yeni bir partinin daha kurulmasına sebep olurlar. Bunun sorumlusu da SP yönetimi olur. Kendilerine her itiraz edeni AKP’ye hizmet ediyor diye suçlamak kendilerine zarar verir, sonunda parti olmaktan çıkar bir cemaate evrilirler, her seçimde bir iki milletvekilliği için diğer partilerin kapılarında yatıp kalkarlar.”
"Temel Bey’in Cumhurbaşkanlığı Adaylığına Yoğunlaşması Gerekir!"
Aslında sayın Temel Karamollaoğlu açısından önemli bir tespit daha yapmak istiyorum. Millet İttifakı ile o kadar haşır neşir oldu ki CHP tabanının sayın Gül’den çok daha kolay kabul edebileceği bir durumdadır. Sayın Gül’ün AKP geçmişi diğer paydaşlar açısından da sorundur. AKP tabanı da Sayın Gül’ü reddetmiştir. Bu doğaldır, evden giden baba da olsa reddedilir. AKP tabanından da en çok oy alabilecek kişi yine Sn. Karamollaoğlu’dur. Hatta HDP tabanı açısından da böyledir ve önemli bir fırsattır. Eğer Saadet Partisi en geç eylül gibi kongre yaparsa ve Temel Bey Genel Başkanlığı bırakır Cumhurbaşkanlığı adaylığına yoğunlaşırsa çok isabetli olur. Partili Cumhurbaşkanı biraz antipatik durmaktadır. Partisiz bir Cumhurbaşkanı adayı olarak Millet İttifakı paydaşlarını ikna ederse seçilme ihtimali mesela Sayın Gül’den fazladır. Yeni SP yönetiminin, Yeniden Refah Partisi ile uzlaşarak Millet İttifakı’na katılmak için Temel beyin adaylığı şartını öne sürmeleri bu ihtimali güçlendirmiş olacaktır. Zaten Milli Görüş partileri ancak bu şartla Millet İttifakı’nda yer almalıdır. Aksi Milli Görüş’ün karakterine aykırıdır. Maalesef mevcut durumda SP yönetimi bugün ittifak arayışlarının kuruş (parasal) kısmını karşılayacak taraf pozisyonuna düşmüş durumdadır.
Sayın Erdoğan, Bu konuyu Çok İyi Bilmektedir!
Son olarak Saadet Partisi eylülde yapacağı kongreyle yeni ve dinamik bir yönetime kavuşmalıdır. Seçim barajları ineceğinden o barajı aşacak kanaat uyandıracak yeni ve toparlayıcı bir yaklaşım sergilemeli, mutlaka Yeniden Refah Partisi başta olmak üzere mevcut partileri ikna ederek yeni bir oluşum gerçekleştirmeli ve bunu güçlendirecek çalışmalar yapmalıdır. İkinci olarak söylemlerini eski Milli Görüş tabanını incitmeyecek şekilde düzeltmeli ve kapsamlı bir program ortaya koymalıdır. En önemlisi Teşkilat çalışmalarına yoğunlaşmalıdır. AKP’nin en önemli gücü teşkilat çalışmalarıdır. İl başkanlığından geldiği için bunu en iyi bilen uygulayan Sayın Erdoğan’dır. Diğer partilerin genel başkanlarının hiçbirisinin böyle bir tecrübesi olmadığı için başarısız olmaktadırlar. İletişimde yüz yüze etki hâlâ %50’nin üzerindedir ve teşkilat ve taban çalışması dediğimiz şey, sokak sokak dolaşmak değil toplumu etkilemeye yetecek kadar bir kadroyu, yani toplumun sinir yapısı gibi olacak kadar bir kitleyi, nüfusun en az %1’i yani takriben bir milyon kişilik hiyerarşik organize ve hareketli bir teşkilat yapısı ile mümkün olur.
Sinir sistemi de vücudun %1’i kadardır ama insanı diri yapan sinir sistemidir. Merhum Erbakan Hocamızın liderliğinde Ülkemizin son elli yılına damga vurmuş Milli Görüş fikir ve kadrolarının mevcut yönetimden nöbeti devralacak şekilde toparlanma zamanı gelmiştir. 1977 seçimlerinde, 18 yaşında başladığım ve her kademesinde canla başla çalıştığım ve en son merhum Erbakan Hocamızın Genel Başkan Yardımcısı olma şerefine ermiş, halen Milli Görüşçü Kuruluşlar sözcüsü olarak en büyük arzum budur.” diyen Necmettin Aydın, doğrularla yanlışları harmanlayarak, Oğuzhan Asiltürk’ün SP’yi AKP’ye yamama, karşı çıkılırsa Milli Görüş’ü parçalama çabalarını haklı göstermeye çalışmaktadır. Evet Temel Bey’in ve mevcut SP yönetiminin; CHP’nin, hatta HDP’nin ve İP’nin kuyruğuna takılması ve Milli Görüş’ün yedek lastik olarak kullanılması ne kadar yanlış ve yararsız ise, Oğuzhan Asiltürk’ün teşkilatları AKP’ye yamama girişimleri ondan bin beter bir tahribattır…