Gözümüzle bile görülmeyen bu virüsün süper güç olarak nitelediğimiz ülkeleri ve nice varlıklı insanları nasıl etkilediğini gün boyu haberlerde görüyoruz. Fakiri, zengini, çocuğu, yaşlısı, genci dinlemeden önüne geleni etkiliyor ve ölümlere sebep oluyor. Hastaneler tıklım tıklım dolu, evler ise karantina altında. Tüm dünya adeta tutsak altına alınmış. Ne zaman bu tutsaklıktan kurtulacağımız ise şuan için meçhul.
Yıllarca yaşadığımız evlerimizde hapiste imişiz gibi olmak ise çok garip. Uzun zamandır can sıkıntısından evlerimizde girmediğimiz kilere ya da bodrumlara girip düzeltmeler yapıyoruz, elbise dolaplarına yığdığımız giysilerimize çeki düzen veriyoruz ya da düzeltiyoruz, raflarda unuttuğumuz tozlanmış kitaplarımızı elimize alıp onlar ile hem hal oluyoruz. Bahçesi olanlar bahçesi ile ilgileniyor, ev tamiratları yapıyoruz. Hayat biçimimiz ve alışkanlıklarımız değişiyor hatta daralıyor.
Beynimiz ise daha farklı çalışmaya başlıyor. Ailemiz ile uzun uzun sohbetler ediyoruz, tanıdıklarımızı ve akrabalarımızı telefon ile arıyor hatır soruyoruz. İhmal ettiğimiz değerlerimizi tekrar gün yüzüne çıkarıyoruz.
Çocuklarımız ile beraber kitap okumanın tadı ise bir başka imiş hani, onlara “kitap oku” demek kolayımıza geliyordu, şimdi ise beraber okumanın verdiği haz çok farklı bir şey. Arkasından gelen çaylar ve ev yapımı ikramların ise tadı bir bambaşka hani.
Uzun zamandır evimde hiç bu kadar verimli zaman geçirdiğimi görmedim. Masam dolu çok şükür, Kur’an-ı Kerim bir tarafımda, tefsirler, risaleler ve son çıkan diğer kitaplar yan tarafımda. Okudukça bambaşka âlemlere giriyorum. Maneviyatımın gittikçe inkişaf ettiğini görüyorum.
Olayların siyasi açıdan bakılmasının ne kadar da gereksiz olduğunu görüyorum. Hala siyasi olarak gündemi değerlendirmeye çalışanlara ise gülüp geçiyorum. Aynı gemide olduğumuzu unutuyorlar galiba. Kimse önce “ben yapayım” demiyor ne yazık ki, “ya başkası yapsın” ya da “devlet yapsın” sloganı atanları ise kınayıp geçiyorum. Önce “ben ne yapmalıyım?” prensibini kendimde uyguluyorum.
Araban var ama sokağa çıkamıyorsun, paran var ama dışarıda yemeğe gidemiyorsun, bazen de tedirgin olup aç kalma korkusu yaşıyorsun. İşte o an arabası, parası olmayanları veya çoğu gün aç olarak gece yatağına girenleri düşünüyorsun. “Komşusu açken tok yatan bizden değildir” Hadis’i Şerif’inin ne kadar doğru olduğunu görüyorsun. Ne yapman gerektiği konusunda kendinle fikir jimnastiği yapıyorsun.
Yardımlaşmanın verdiği tadı almaya başlıyorsun, için kıpır kıpır oluyor.
Dünyevi işlerinin hepsinin yarım kaldığını görüyorsun.” Yapmam gerekir” dediğin hiçbir işini yapamıyorsun. Demek ki bu yalan dünyaya çok kanmışım. “Yapmasam da oluyormuş, dünya da yıkılmıyormuş” diye iç geçirip kendi kendime gülüyorum.
Haberlerde, sosyal medyada ve susmayan telefonlarımda insanların ölüm haberlerini duyuyorum. En yakınlarımda vefat ediyorlar ama gidemiyorum. Ölümün yakınlığını nefesimde hatta içimde hissediyorum. Uzaktan uzağa sadece bir Fatiha’mı okuyabiliyorum.
Ölüm insanlara bu kadar yakınken “neden insanlar birbirinin kalbini kırıyorlar ki?” diye düşünüyorum ya da “mal, makam gibi dünyevi yalan şeyler” için insanların birbirine eziyet etmesine anlam veremiyorum. Hele de yalanları bile bile söyleyenlerin halinin ne olacağını merak ediyorum, pardon artık merakta etmiyorum…
Bu koronavirüsten sonra benim değişeceğim kesin gibi. Sevdiklerime daha fazla zaman ayıracağım. Dünyevi makamlar ve mallar için kendimi ve diğer insanları üzmeyeceğim. Çevremdeki muhtaç insanlara daha fazla yardım yapacağım.
Daha temiz bir dünya için kendime düşen görevimin daha da fazlasını yapmaya gayret edeceğim.
Yememe içmeme dikkat etmem gerektiğini, sporun ya da hareketliliğin ne kadar önemli olduğunu bu karantina günlerinde de öğrenmiş oldum. Kendimi de çok ihmal etmişim anlaşılan. Sağlık olmayınca hiç bir şeyin önemli olmadığını da görmüş oldum.
Kısacası, bu Koronavirüs beni kendime getirdi, hatta insanlığımı geri getirdi.
Ya sizde ne yaptı?…