Suriye kaynaklı göç Avrupa’ya yöneldiği günden bu yana, Avrupa’da göç ve göç politikaları yeniden tartışma konusu haline geldi.
En son Fransa’da kaçak bir göçmenin balkondan düşmek üzere olan bir çocuğu kurtarması ve bu davranışın Macron tarafından ödüllendirilmesi, Fransa’nın göç konusunda ikiyüzlü bir politika izlediği yorumlarına neden oldu. Mali kökenli göçmen Macron tarafından Elysée’de kabul edilmiş, kendisine vatandaşlık hakkı tanınmış ve hatta Paris itfaiyesinde iş verilmişti. Fransa’nın sert göç ve sığınmacı politikasını bilenler, bunun bir makyaj çalışması olduğunu söylüyor.
Avrupa’da göç tartışmaları
Suriyeli göçmenlerin Avrupa’nın kapılarını çalmasıyla, sadece demografik meseleler ve göç politikaları değil, göçün muhtemel sonuçları olarak entegrasyon politikası, birlikte yaşam, çok-kültürlülük ve daha da önemlisi İslam ve İslamofobi meseleleri de Avrupa’nın gündemini işgal etmeye başladı. Konunun uzmanlarından biri olan Amerikalı yazar ve gazeteci Christopher Caldwell göçün Avrupa’da bir kriz yarattığına ve İslam’ın Avrupa’yı değiştirmek üzere olan önemli bir faktör olduğuna işaret ediyor. 2009 yılında yayınladığı “Avrupa Devrimi: İslam Bizi Değiştiriyor” adlı eseri krizin bu mahiyetini ele alıyordu. Caldwell kitabında, Avrupa’ya gelen göçmenlerin çoğunun Müslüman olduğunu ve Avrupa kültürünü değiştirdiğini iddia ediyor. Müslüman nüfusun çok küçük bir azınlık oluşturduğunu ve böyle bir grubun Avrupa’yı değiştirme gücünün olamayacağını söyleyenlere yazar şu sözlerle cevap veriyor: “Göç kaçınılmaz bir şekilde, dünyaya özsel olarak farklı bakan kesimleri çatışma içine sokuyor. Göçmenler ister çalışmak amacıyla gelsinler ister baskı ve şiddetten kaçmak için, onların Batılı değerlere hayran olduklarını ve bunları içselleştireceklerini beklemek çok naif bir düşüncedir.”
Amerikalı gazeteci Fransa ve Almanya ile alakalı olarak ise şu sözleri sarf ediyor: “Fransa laiklik konusunda ısrarlı ve yeni gelen göçmenlerin dinlerini özel hayatlarında yaşamasını bekliyor. Almanya göçmenlerle bir entegrasyon sözleşmesi imzalamak istiyor. Her iki ülkeye göre de yeni gelen göçmenler kadın ve eşcinsellerin hakları ve dini hoşgörü gibi Avrupai değerleri benimsemelidirler. Bu konularda sadece pazarlık yapmanın yeterli olacağı düşünülüyor. Hiç unutmamak gerekir ki bir toplumdaki kurallar demografik bakımdan güçlü olanlar tarafından belirlenir.”
Bu sözlerinden anlaşılıyor ki yeniden tartışmanın başına dönüyoruz. Küçük bir Müslüman azınlık grup nasıl oluyor da Avrupa’yı ve değerlerini değiştirebiliyor. Eğer “bir toplumdaki kuralları demografik olarak güçlüler belirliyorsa” ve Avrupa’da Müslümanların toplam nüfusa oranı hemen hemen her ülkede yüzde 10’a bile ulaşmıyorsa, İslam Avrupa’yı nasıl değiştiriyor? Tüm anti-İslam çevreler bu soruya cevap vermekte zorlanıyorlar. Burada açıkça Avrupa geleneğine özgü bir “günah keçisi” arama teşebbüsünün olduğunu ya fark etmiyorlar ya da bile bile böyle bir teoriyi yaygınlaştırmak istiyorlar.
Fransa seçimlerindeki en önemli konu: Göçmenler ve sığınmacılar
Fransa’da seçimler sırasında beş adayın ilk televizyon konuşmasında öncelikli konu olarak göç gündeme gelmiş ve bu konuda keskin bir tartışma yaşanmıştı. Kamuoyu eğitim, güvenlik, sosyal güvenlik ve Avrupa Birliği gibi konularda liderlerin tartışmasını beklerken, açılıştaki aktüel sığınmacı krizi tartışması tüm tartışmanın akışını belirlemişti.
Televizyon konuşmasında Le Pen saldırgan bir tutumla “Legal ve illegal göçün durdurulması” ya da “10 bin göçmenle sınırlandırılmasını” savunurken, sol kanat adayı Jean-Luc Melenchon bu öneriye şiddetle karşı çıkmıştı. Le Pen en çok Macron ile sekülerizm (ya da daha doğrusu laiklik) konusunda çatışma içine düşmüştü. Le Pen “burka” ve çok-kültürlülüğe karşı olduğunu belirttikten sonra, Macron’un henüz durumun vahametinin farkında olmadığını iddia etmişti.
Beş başkan adayı içinde tek Avrupa yanlısı olan Macron, Fransa’nın Avrupa Birliği içinde kendine düşen sorumlulukları yerine getireceğini ifade etmiş ve göç konusunun Avrupa ölçeğinde birlikte kararlar alarak çözüleceğini vurgulamıştı.
Peki, geçen zaman içinde ne oldu? Macron’un Fransası göç konusundaki sorumluluklarını üstlenebildi mi?
Macron döneminde göç politikası
Geçtiğimiz yıl cumhurbaşkanı seçilmesinden sonra Macron katı bir göç politikası izleyeceğini açıklamıştı. Gözlemciler Macron döneminde izlenen politikayı, bugüne kadar izlenen en sert politika olarak yorumluyor. Fransız İçişleri Bakanı Gerard Collomb yaptığı açıklamada “Kabul edilen sığınmacıların şartlarının iyileştirileceğini, buna karşın yeni başvuran sığınmacıların ise işlemlerinin hızla yapılıp ülkelerine geri gönderileceğini” bildirmişti. Kendisiyle yapılan bir söyleşide “Almanya’nın kabul etmediği 300 bin sığınmacı bize gelmek istemektedir. Şimdi bunların hepsini alalım mı? Hayır, bu durumda Lyon ölçeğinde bir kent inşa etmemiz gerekir” şeklinde açıklamalarda bulunmuştu.
2018 yılının başında yaptığı bir açıklamada “Sınırları kapatmıyoruz; sıkı ama adil bir politika izliyoruz” derken içişleri bakanı göçle ilgili şu bilgileri kamuoyuyla paylaşmıştı: “Geçen yıl 100 bin kişi mülteci olarak başvurdu. 85 bin kişiyi içeri bırakmadık. Eğer bıraksaydık yılda 185 bin kişi alacaktık. Bu Rennes şehrinin nüfusu kadar insandan oluşmaktadır.”
Fransa’da sadece mültecilerin sayısında bir artış söz konusu değil, aynı zamanda içeri alınan mültecilerin barındırılması da çok büyük bir problem. Giderek daha fazla mülteci, barınak olmamasından dolayı sokakta yaşıyor. Fransa’nın kuzeyinde bulunan Calais kentinde yüzlerce göçmen bir sanayi alanındaki ağaçların arasında yaşıyor. Paris’te mülteciler sokaklarda dolaşıyor ya da çadırlarda oturuyorlar.
Fransa’nın göç ve entegrasyon politikası iflas mı etti?
Mülteci konusu Fransa’da göçmen politikalarının önemli ve tartışmalı bir konusu olsa da göçmenlerle ilgili sorunlar bundan ibaret değil. Gözlemciler Fransa’nın hem mülteci hem de entegrasyon politikalarının iflas ettiğini söylüyor. Buna gerekçe olarak ise birçok genç göçmenin DEAŞ safında savaşmak için Suriye’ye gittiğini, banliyölerde öteden beri işsizlik, ayrımcılık ve polis denetiminden dolayı göçmenlerin rahatsızlık yaşadığını ve gereksiz laiklik-İslam tartışmalarıyla kamuoyunun gerildiğini belirtiyorlar. En son 300 aydın tarafından imzalanan bildiri, Müslümanlarla ilgili hoşnutsuzluğun başka bir boyutunu dile getiriyor. Aydınlar ve siyasetçiler antisemitizmin arttığını ve bunun da arkasında “aşırı” Müslümanların olduğunu savunuyorlar.
Tüm bu yaşanan sorunlar dikkate alındığında, Fransa’nın göçmenler konusunda iyi bir sınav vermediği açıkça görülüyor. İçeride artan sorunlar daha az mülteci alınmasını gerekli kılarken, şu an alınan mülteciler bile sokakta yaşamak zorunda kalıyor. Bu durumda Fransa, Hollandalıların deyimiyle “gemi ile rıhtım arasında” sıkışmış görünüyor.
[Prof. Dr. Kadir Canatan İstanbul Sabahattin Zaim Üniversitesi öğretim üyesidir]
Güncelleme Tarihi: 05 Haziran 2018, 14:59