Çocukluğumda oynadığımız bir oyundu Mikado. Çin efsanesinde, ejderhayı oyalamak için bir prensin yanındaki çubuklar ile benzer bir oyun türettiği anlatılır. Mikado, 41 çubuğun üst üste atıldığı yerde oluşturduğu karmaşık bir yığından diğerlerini hareket ettirmeden tek tek çubukların kurtarılması üzerine kurulu bir oyun. Özellikle çocuklarda zihin-akıl-motor gelişimini desteklediği biliniyor. Ancak birbiri üzerine dağılmış çubukları diğerlerini hareket ettirmeden tamamen satıhtan temizleyemiyorsunuz ve aslında Mikado hiçbir zaman tam anlamıyla sona ermiyor.
Çin ve Amerika arasında bir süredir devam eden gümrük duvarlarını yükseltme hamleleri Mikado oyununu hatırlatıyor. Hiçbir rakibin sadece kendilerine değil, sistemin kalanına da zarar vermeden sürdürülmesinin mümkün olmadığı bir oyun. Üstelik oyunculardan biri Amerikan siyasi tarihinin en tutarsız hükümetinin başındaki Donald Trump.
Ne olduğunu kısaca hatırlayalım:
2017 yılında ABD’de Çinin Amerikan fikri mülkiyet haklarını ihlal ettiği iddiası ile dava açılmış, geçtiğimiz haftalarda karara bağlanan bu davanın sonuç raporuna dayanarak, Trump yaklaşık bin 300 farklı ürün ve yarı mamule kısıtlamalar getiren genelgeyi imzalamıştı. Bu Çin ile ABD arasında 2017 verilerine göre yaklaşık 600 milyar doları bulan ticaret hacminin neredeyse yüzde 10’unu etkileyecek bir karar. Çin’in ABD’ye ihraç ettiği en önemli kalem olan teknoloji ürünleri üzerindeki gümrük duvarlarını yüzde 25 oranında artırıyor. ABD’nin bu hamlesine Çin de beklemeden karşılık verdi. Ancak Çin’in hamlesi doğrudan, yeniden seçilmeyi uman Trump’ın oy depolarını hedef aldı. Amerikan çiftçilerinin yoğun yaşadığı eyaletlerdeki ekonomiyi doğrudan hedef alan Çin’in gümrük hamlesi, tarım ve hayvancılık ürün ithalatının 50 milyar dolarlık kısmına aynı miktarda gümrük vergisi artışı yaptı. Dünyanın en büyük iki ekonomisi arasındaki bu sıcak gümrük çekişmesi, ciddi bir ekonomik çatışmaya dönüşürse bu ikili bir ticari mesele olmaktan çıkıp daha küresel ve çok taraflı bir boyuta hızla tırmanır.
Bugün uluslararası ticaret dünya tarihinde hiç olmadığı kadar iç içe geçmiş durumda. Küresel alana yayılmış olan üretim zincirleri, ekonomiler arasındaki karşılıklı bağımlılık uluslararası ticareti devletlerarası sıcak çatışmalara olabildiğince kayıtsız kendi ticari ağları üzerinden yürüyen bir yapıya dönüştürdü. AB ile olan tüm sorunlara rağmen diplomatik kanalları her daim açık tutan kaldıracın, Türkiye-AB ticaretinin karşılıklı olarak vazgeçilemez niteliği gibi.
Anlaşılan Trump’ın gayrimenkule odaklanmış olan tüccar zihni, küresel ve çok taraflı uluslararası ticaretin Mikado çubukları gibi birbirine geçmiş karmaşık yapısını anlamakta zorlanıyor. Ama bu meselede, Amerikan şirketlerinin hayli sessiz kalmış olmasını da önemsemek gerek. Bu ayrıntıya dikkat çeken Nobel ödülü Stiglitz, Project Syndicate’e kaleme aldığı zehir zemberek yazıda, Trump’ın bu hamlelerini sadece 'aptalca' olarak nitelendirmiyor ayrıca ABD’nin küresel rolünün zayıfladığını tescil eden bir gelişme olduğunu da belirtiyor. Amerikan şirketlerinin bu konuda Trump’ın karşısına çıkmamasını da ayrıca not ediyor. Stiglitz’e göre artık Amerikan şirketlerinin karşısında küresel ölçekte ciddi bir rekabet gücüne sahip Çinli şirketler var. Çin artık bu Amerikan şirketleri için sadece ucuz iş gücü ve yarı mamul temin edilecek bir ülke olmaktan çoktan çıkmış durumda. Özellikle Çin’in yapay zekâ konusunda kat ettiği mesafe “Corporate America” yı çok endişelendiriyor. Çin’in yapay zekâ konusunda çalışacak insan sermayesini geliştirmek üzere bir dönem Google’da görev yapmış Kai-Fu Lee ile ortak bir proje kapsamında Yapay Zeka Enstitüsünü kurması, geleceğin endüstriyel devrimine en hazır ülke olma iddiasını bir kez daha kanıtlıyor. Tüm bu dramatik ve dinamik gelişmeler yaşanırken, ABD’nin küresel rolü ve dünya dengeleri ile ilgili tartışmaları alevlendiren son gelişmeleri ticaret savaşı olarak nitelendiremeyiz. Trump’ın gümrük duvarları üzerinden başlattığı bu güç testini fazla sürdürmeyeceğini düşünmek daha gerçekçi bir yaklaşım olur. Zira bu adımların gereğinden fazla gündemi meşgul etmesi Çin’e değil, ABD’ye zarar verecektir. Washington da Pekin de bu gerçeğin farkında.
Washington’un derdi dolar’ın hakimiyeti
Bir süredir ayak seslerini hissettiğimiz havadaki tuhaf gerginliğin nedeninin ABD ile Çin arasında Amerika aleyhine bozulan ticaret açığı olmadığı anlaşılıyor. Bu gerginliğin nedeni Dünya Ticaret Örgütünde ABD'nin azalan etkinliğinin yarattığı rahatsızlık da değil. Zira Trump’ın da itiraf ettiği gibi ABD bu savaşı çoktan kaybetti. Bu dramatik çıkışların ve güç testi girişimlerinin ana odağını, uluslararası ticaretin yakın gelecekte dolardan bağımsızlaşma olasılığı ve tehdidi oluşturuyor.
Washington’da 2008 Küresel Mali Krizden bu yana gündemi meşgul eden bu konunun alevlenerek, ticaret alanında bir güç testine sahne olmasının geçtiğimiz hafta bono piyasalarında, Çin’in ABD Hazine bono alımlarını durduracağı yönündeki asılsız haber tetiklemiş olabilir. Çinli yetkililer bu haberi yalanlayınca kadar geçen saatler içinde Amerikan hazine bonoları son beş yılın en düşük getiri seviyesine gerilemişti. Haberin asılsız olduğu anlaşılınca kayıplar telafi edildi edilmesine ama böyle bir söylentinin dahi ciddi bir salınıma neden olduğu gerçeği Beyaz Ev’de bazı yüzlerin endişeye gark olmasını da engelleyemedi.
Çin, elinde bulundurduğu 1,2 trilyon dolar tutarındaki Amerikan Hazine bonosu ile 6 trilyon dolar dolayındaki yabancı tahvil borçlanmasının en büyük alacaklısı konumunda. Diğer ABD doları cinsinden rezerv varlıkları ile birlikte düşünüldüğünde Pekin uluslararası parasal sistemde 3,5 trilyon dolara yakın bir büyüklükle tektonik deprem etkisi meydana getirebilir. Ancak Çin’in elindeki finansal güç geçiş sürecinde Pekin’in piyasa aktörlerine güven tesisi açısından çok önemli bir araç. Ayrıca Çin’in bu kadar büyük bir kaynağı piyasaya sunması hem maliyetli hem de oluşturacağı dolaylı etki açısından bir küresel krizi tetikleme potansiyeli de taşıyor. ABD Çin arasındaki olası ticaret savaşının büyük bir küresel krizi tetikleyeceği ne kadar gerçekçi bir senaryo ise Çin’in ABD tahvillerini satışa çıkarma olasılığı da aynı eksende bir kıyamet senaryosunu çağırıyor.
Ama ABD’nin Çin’e karşı duyduğu tehditkâr ve korumacı politikalarının nedeni Çin’in elindeki tahvillerin bir finansal imha aracı olarak kullanılması olasılığı değil. Washington böyle bir hemleyi Çin’den beklemiyor. Asıl sorun, doların hakimiyetini sarsacak bir parasal sistem inşası sürecine Çin’in istikrarlı biçimde devam etmesi. O nedenle son gelişmelerin yuan (RMB) bazlı petrol vadeli işlemler piyasasının işleme başladığı hafta meydana gelmesi tesadüf olmasa gerek. 2017 yılında Şanghay’da Yuan bazında altın sabitlemesine de geçildiğini hatırlatmak gerekiyor. Çin ana emtia fiyatlarını doların etkinlik sahasının dışına çıkarma gayretinde. Diğer bir ifade ile üretim ilişkilerini ana maliyet kalemlerinde gelecekte senyoraj hakkına sahip olduğu Yuan üzerinden yapmak istiyor. Amerikan ulusal güvenliğine yönelik tehditlerin en önemli noktasını da zaten doların statüsü oluşturuyor.
Bu noktaya ABD nasıl geldi?
Devletlerarası güç ilişkilerinin en önemli sorunlarından birisi de etkinlik kurma girişimlerinin beklenmedik olumsuz sonuçları olmasıdır. Tıpkı Kissinger’ın Sovyet Rusya’yı çevrelemek için yanına çektiği yoksul Çin’in, 40 yıl sonra ABD’nin en büyük rakibi haline gelmesi gibi. Amerika’nın desteğiyle 1978’de Deng Şiaoping’in başlattığı Ekonomik Reform ve Açılım programı, Sovyetlerin on yıl içinde dağılmasına katkı oluşturmuşsa da Amerikan gücüne meydan okuyabilecek nitelikte ve Sovyetlerden çok daha etkin ve güçlü bir rakibin doğmasına da neden oldu. Üstelik bu süreç 2008 Küresel mali krizi Amerika’yı derinden sarsıncaya kadar sadece piyasa aktörlerinin ve küçük elit bir zümrenin yaşam standardını yükseltme hırsıyla beslendi. Çin, Amerika’yı kendi hırslarının girdabına hapsederken, bugün hakimiyetinden kurtulmaya çalıştığı doları da bugünkü tahtına oturtan gelişmeleri tetikledi.
Bu iki yönlü etki, her iki tarafa da aslında hiç arzu etmedikleri kazanımlar sağladı. Niall Ferguson bu ikili “Chimerica” adını veriyor. Çin ve Amerika arasında bir gün boşanma ile sonuçlanacağı bariz olan tuhaf evlilik. Bu evliliğin çevresel etkisi ise, 90’lı yıllardan itibaren hem dünyanın hem de Türkiye gibi çevre ülkelerin bol likidite ve tüketim çılgınlığına kapılmasına neden olmasıydı. Çin’in ucuz işgücünün rekabetçi fiyatları ile üretilen ürünler ve ara mallar, “Kapitalist Amerikan”ın çılgın tüketim alışkanlıklarını tatmin etmek için piyasalara akın etti. “Komünist (veya Şi Cinping’in deyimiyle Çin usulü Sosyalist) Çin” de Amerikan’ın bu çılgın tüketimini yüz milyonlarca Çinlinin 7/24 çalışarak ürettiği zorunlu tasarrufları ile finanse etti. Yüz milyonlarca insanının ağır koşullarda çalışarak ürettiği bu artı değer zamanla Çin’in ekonomik olarak güçlenmesine yol açtı. Ve ekonomik büyüklük öncelikle Çin’in ekonomik ve siyasi özerkliğini tesis etmek için kullanıldı. Diğer yandan ABD küresel ölçekte üretim ve kredi süreçlerini kontrol etmekten hayli uzaklaştı. Ve doğal olarak ABD’nin küresel rolünün doların uluslararası ticaret ve para sistemi içindeki ağırlığından başla bir dayanağı kalmadı. Amerika’nın azalan gücünün somutlaşmış hali olan muhteşem askeri varlığının tek yakıtı da doların bu hegemonyasına çapalandı.
Washington’un son derece hassas olduğu “Doların ayrıcalıklı statüsü”, bugün Çin’den gelen yapısal adımlar ile ciddi ölçekte sınanıyor. 2008 yılından bu yana küresel piyasaları ABD dolarına boğan Amerikan para politikaları ise küresel krizi fırsata çevirerek doların ayrıcalıklı konumunu güçlendirme niyetiyle yeniden bir dolar likidite bolluğu silahını kullandı. Ancak bunun ne kadar etkin olacağı şüpheli. Finansal Hizmetler sektöründe beklenen yapısal değişiklikleri yapması halinde Amerikan’ın bu hamlesini de boşa çıkarmak Çin’in elinde. Nitekim, Şi Cinping’in Çin’in Davos’u olarak bilinen yıllık forumda açıkladığı yeni açılım politikası bunun sinyallerini çok açık biçimde verdi. Cinping’in konuşmasının ana unsurları Çin’in serbest ticaretin sahibi ve destekçisi rolünü güçlendirerek yapısal gücünü daha da pekiştirdiğini teyit ediyordu.
Diğer yandan Amerika’nın her geçen gün daha da belirginleşen kurumsal dejenerasyonu, stratejik akıl üretmekten uzaklaşması gibi somut sorunlar da Amerika’nın “Liberal Düzeni”ne Çin’in sessiz ve derin biçimde yerleşmesine ve temel yapıtaşlarını değiştirme girişimlerine istikrarlı ve sistemik biçimde devam etmesine zemin oluşturuyor. Uluslararası sistemde ticari ve parasal sistemik yapılar tarih boyunca hep kanlı savaşlar eşliğinde değişti. Bu defa Çin’in düşük profilli hamleleri bu süreci barışçıl kılabilecek mi bilemiyoruz. Ancak şurası gerçek ki, kuşağımız bu tarihi dönüşümün tam odağında gelişmelere tanıklık ediyor. Dünyanın yeniden kurgulanan parasal sistemi, Çin ticari yayılma havzasında barış ve refahı tesis etmesine bağlı. Bu ise “kilit taşı” ülkesi Türkiye’ye kritik roller yüklüyor ve gelecekte daha da yükleyecek.
Türkiye olan bitenden ne anlamalı? Ne yapmalı?
Tanık olduğumuz bu tarihi değişimin etkilerini küresel siyasetin kayganlaşan ittifak yapılarında her geçen gün daha da hissediyoruz. Türkiye ABD’ye rağmen İran’ın ağır bir ekonomik krize girmesini engelleyici cesur adımlar atıyor, Suriye’de ABD ile karşı karşıya geliyor. Diğer yandan Türkiye’nin terörle mücadelesini hiçe sayan ABD, PKK’ya alan açıp onu meşrulaştırmaya çalışıyor ve kukla devlet inşasına kadar gidecek tehlikeli sürecin kapılarını ısrarla aralamaya çalışıyor. Rusya ile ise Evren Balta’nın deyimiyle “kirpi mesafesinde” tutulmak zorunda olan konjonktürel bir irtibat var. Yakın geçmişin bu belirleyici gelişmeleri, Türkiye’nin güney sınırlarının ötesinde istikrarlı bir Ortadoğu bulmasını imkânsız hale getiriyor. Zira Amerikan politikaları Ortadoğu ve Avrasya coğrafyasının istikrarsızlığından besleniyor. Şimdi Çin için Pakistan, Avrasya ve Ortadoğu’nun güvenliği her zamankinden daha önemli hale geliyor. Bu farkındalık Çin’in de Türkiye’ye bakışını farklılaştırmaya başladı.
Çin’in küresel hedeflerinin istikrarı ve güvenliği Türkiye’nin istikrarına ve Ortadoğu’da Amerika merkezli unsurların etkinlik kurmamasına bağlı. Bu, Amerikan destekli bir terör devleti projesinin Çin’in orta ve uzun vadeli hedefleri ile çelişmesi gerçeğini de beraberinde getiriyor. O nedenle Türkiye’nin Çin ile kurgulayacağı stratejik ortaklık, Kuşak-Yol’un en kritik coğrafyasında Amerika’nın çatışmaları besleyecek tampon alanlar oluşturma hedefinin de önünü kesecektir. Kaygan ittifaklara alan açılması geleceğin dünyasına ne yazık ki kan ve gözyaşı getirecektir. Böyle bir karanlık geleceğin ise tek pan-zehiri bu birliktelik olabilir.
Bu farkındalığın hem Çin hem de Türkiye’de geliştirilmesi için süratle harekete geçmeyi gerektirecek hızda ilerliyor.
Ve o gelecek hızla yaklaşıyor…
[Eğitimini Stratejik Araştırmalar Enstitüsü’nde ulusal ve uluslararası güvenlik stratejileri alanında tamamlayan Selva Tor, ekonomi politik ve uluslararası parasal ilişkiler konusunda analizler kaleme almaktadır]
“Görüş” başlığıyla yayımlanan makalelerdeki fikirler yazarına aittir ve Manşetx Gazetesi'nin editöryel politikasını yansıtmayabilir.
Güncelleme Tarihi: 14 Nisan 2018, 11:33