Üsküdar Üniversitesi Kurucu Rektörü, Psikiyatrist Prof. Dr. Nevzat Tarhan, Paranoid kişilik bozukluğunu değerlendirdi.
‘Öküzün altında buzağı arayan’ tipler paranoid kişilik bozukluğu olan kişiler…
Empati duygusundan yoksun olan B kümesi kişilik bozukluğuna işaret eden Prof. Dr. Tarhan, “Bu gruptaki dört kişilik bozukluğundan biri de paranoid kişilik bozukluğudur. Ayrıca narsisistik, paranoid, histrionik ve obsesif kişilik bozukluğu olan kişiler empati yapma konusunda zayıftırlar. Paranoid kişilik bozukluğu, bu gruptaki en yaygın bozukluklardan biridir. ‘Öküzün altında buzağı arayan’ tipler vardır, genellikle bunlar paranoid kişilik bozukluğu olan kişilerdir. Yakınlarına hayatı dar eden kişilerdir. Ancak kendilerini tam teslim edenlere de her şeylerini verirler; bu tarz bir kişilik yapısına sahiptirler. Paranoid ruh hali taşıyan bu kişiler, her olayı dost-düşman düzleminde değerlendirirler. Bu benim dostum mu, değil mi? Bu benim yanımda mı, karşımda mı? Her olayı bu şekilde alırlar. Ona itaat etmiyorsanız ya da onu onaylamıyorsanız sizi düşman kategorisine koyar veya şüpheli kişiler olarak görürler. Bu tarz kişiler, genellikle insanlara çok güvenmedikleri için sürekli güven sorgulaması yaparlar.” dedi.
Çok iyi istihbaratçı ya da savcı olabilirler…
Her olay arasında bir anlam bağı kuran bu kişilerin kuşkucu, güvensiz, alıngan ve kinci olduklarını da kaydeden Prof. Dr. Tarhan, “Ayrıca sırcıdırlar ve çok konuşmazlar, ağızlarından laf almak zordur. Bu nedenle serbest tartışmaya pek girmezler, rahat tartışma ortamlarına katılmazlar. Hep kendi istedikleri soruları soran kişilerle birlikte olurlar. Serbest fikir tartışmalarına açık değildirler. Kolay öfkelenirler ve kıskançtırlar. Bu özellikleri sayesinde çok iyi istihbaratçı ya da savcı olabilirler ve bu mesleklerde çok başarılı olurlar. Ancak evde bu kişilik yapısı son derece zordur. Böyle biriyle yaşamak gerçekten zorlayıcıdır. Kendine hep ispat etmek zorunda kalırsınız ve devamlı tetikte olursunuz, onun olduğu ortamda kimse rahat ve gevşek olamaz. Hep gergindirler. Şerefe ve sadakate çok düşkündürler, övgüye ve şerefe büyük önem verirler. Her şeyi siyah-beyaz gibi, dost-düşman gibi görürler. Komplo teorilerine inananların çoğu bu kişilerdir. Sağda solda komplo teorilerini gerçekmiş gibi anlatırlar ve çoğunun arkasında paranoid kişilik bozukluğu yatar.” diye konuştu.
Paranoid eğilimleri olan kişiler toplumda yüzde 10-15 oranında bulunuyor
Paranoid kişilik bozukluğunun, toplumda yüzde 1-2 oranında görüldüğünü ifade eden Prof. Dr. Tarhan, “Ancak paranoid ruh hali kişilik yapısı, kişilik bozukluğu olmayan ama paranoid eğilimleri olan kişiler, toplumda yüzde 10-15 oranında bulunur. Bu kişiler kanıtla karşılaştıklarında ikna olurlar ve hatalarında ısrar etmezler. Ancak paranoid kişilik bozukluğu olan kişiler, kanıt sunulduğunda bile fikrini değiştirmez ve karşı kanıtlara inanmazlar. Kendini değiştirme ve eleştiriye açık olan paranoid kişilerden korkmamak gerekir. Çünkü bu kişiler, kendilerini geliştirebilirler.” dedi.
12 ana kişilik yapısı var
Toplumda 12 ana kişilik yapısı olduğunu ve bunların yüzde 30-40'ının genetik olarak aktarıldığını belirten Prof. Dr. Tarhan, “Yüzde 60-70'i ise kültürün, toplumun, ailenin beklentilerine ve kişinin kendi tercihlerine göre şekillenir. Bu nedenle, doğuştan gelen kişilik yapısının sabit olmadığını bilmek önemlidir. Kişi öz eleştiri yapabiliyor ve dışarıdan gelen eleştirilere açık olabiliyorsa, kişilik eğilimlerini düzeltebilir ve geliştirebilir. Bu nedenle, ‘Ben böyleyim, değişmem’ dememek gerekir.” şeklinde konuştu.
Paranoyak ne demek?
Paranoyağın, paranoid kişilik bozukluğunun sanrı veya hezeyan düzeyine ulaşmış şekli olduğunu kaydeden Prof. Dr. Tarhan, “Bu kişiler, sistematik bir hezeyana sahiptirler ve bu hezeyan içinde herkesi belirli bir şekilde konumlandırırlar. Hezeyanın merkezinde genellikle kendileri vardır ve büyüklük duyguları oldukça yüksektir. Kendilerini özel ve üstün görürler, dünya onların etrafında dönüyor gibi hissederler ve her olayı dış nedenlere bağlarlar. Örneğin, içlerindeki şüphecilikten dolayı, birisi güven göstermediğinde hemen ‘Bu bana güvenmiyor’ sonucuna varırlar ve bu güvensizliği dışarı yansıtarak başkalarını da bu şekilde kendilerine bağlamaya çalışırlar. Bu tarzda güvensizliği bulaştırırlar. Güvensizliğini bulaştırır diye yaşadığı insanlara.” dedi.
Büyüklük paranoyası olan kişiler, kendilerini kurtarıcı gibi görüyorlar
Bu durumun "paylaşılmış paranoya" olarak bilindiğini dile getiren Prof. Dr. Tarhan, şöyle devam etti:
“Mesela, bir evde bir genç, sistematik bir hezeyan geliştirdiğinde, çevresindeki insanlara da bu paranoyayı bulaştırabilir. Paranoyak kişiler, akıl hastası olarak kabul edilmezler çünkü kendilerini hasta olarak görmezler. Kıskançlık paranoyası olan kişiler, eşlerini aşırı derecede kıskanır ve ‘benimsin ya da toprağınsın’ düşüncesiyle hareket edebilirler. Diğer paranoya türleri arasında şüphecilik ve büyüklük paranoyası bulunur. Büyüklük paranoyası olan kişiler, kendilerini kurtarıcı gibi görürler ve bu inançlarına sıkı sıkıya bağlıdırlar. Bu kişiler, mantıklı görünen ama aslında saçma olan fikirler geliştirirler ve bu fikirlerle birçok taraftar toplarlar. Bu tür gruplar ‘yıkıcı tarikatlar’ olarak bilinirler. Bu grupların kendilerine özgü hiyerarşileri, terminolojileri ve sembolleri vardır. İnsanın doğasında kutsala inanma eğilimi bulunur ve bu kişiler, bu eğilimi kullanarak kendilerini kutsallaştırırlar. Bu süreçte, grup üyeleri kendilerini daha iyi hisseder ve grup, yasadışı veya yıkıcı bir şekilde faaliyetlerine devam eder.”
Az çok herkeste var…
“Herkeste az çok paranoid kişilik özellikleri vardır. Kuşkucudur ve sorgular, sonrasında durumu anlar. Bu kişilik özelliği yaygındır.” diyen Prof. Dr. Tarhan, “Paranoid kişilik, kuşkucu ve hemen güvenmeyen kişilerdir, özellikle çok ihanet gören kişiler arasında yaygındır. İlginçtir ki bu kişiler, kimseye güvenmedikleri için güvenen kişiyi bile sorgularlar ve küstürüp uzaklaştırarak ihanete davet ederler. Sonrasında da çevrelerinin hainlerle dolu olduğunu düşünürler, ancak bu duruma kendilerinin sebebiyet verdiğinin farkında değillerdir.” diye konuştu.
Bu kişiler eleştiriye açıklarsa paranoid kişilik, eleştiriye kapalılarsa paranoid kişilik bozukluğu olarak nitelendirildiğini anlatan Prof. Dr. Tarhan, “Ellerinde güç veya para varsa, kendi otoritelerini ve sistemlerini oluştururlar. Mesela, Hitler'de paranoid ve narsisistik özellikler bir aradadır. Stalin ise tam bir paranoiddir. Paranoid yöneticiler, insanları korkutarak yönetirler.” dedi.
İyi niyetliyse kendilerini düzeltebilirler...
Yetiştirilme biçiminin de paranoid kişilik gelişimine sebep olabildiğini ifade eden Prof. Dr. Tarhan, “Çocukluk çağı travmaları yaşayan kişilerde bu özellikler daha sık görülür. Çocukluğunda itilip kakılan, aşağılanan kişiler, kimseye güvenmemeye başlarlar. Kendisinden başka kimseye güvenirlerse ayakta kalamayacaklarını düşünürler. Tarihte Cengiz Han’ın çocukluğunda çok itilip kakıldığı ve bu nedenle paranoid olduğu bilinir. Bu paranoid kişilik onu acımasız bir lider yapmıştır. Çocukluk çağı travmaları, kardeşinin veya ailesinin öldürülmesi gibi olaylar, küçük yaşta yaşanmasına rağmen ayakta kalmayı başarmasına neden olmuştur. Demokrasi bu paranoidleri nötrlemek için çıkmış bir rejimdir aslında. Bu kişiler genellikle çok çalışkan ve idealisttirler. Eleştiriyle karşılaştıklarında, hakikati görebilir ve iyi niyetliyse kendilerini düzeltebilirler.” şeklinde konuştu.
Fanatik spor taraftarları arasında yaygınlar…
Paranoid kişilik özellikleri olan kişilerin, öfke patlamaları yaşayabildiklerini ve basit nedenlerle bile mahkemeye gitmekten bahsedebildiklerini anlatan Prof. Dr. Tarhan, “Bağlılık ve sadakat onlar için çok önemlidir ve genellikle güven kazanılmaması kaygısıyla yaşarlar. Bu kişiler metafizik konulara, örneğin UFO’lara, çok ilgi duyarlar. Eleştiriyi kaldıramazlar ve başkalarının sinirini bozan ama doğru olan yorumlar yaparlar. Ayrıntıları çok iyi görürler ve sorgulayıcıdırlar, bu yüzden az sayıda yakın arkadaşları vardır. Olayları genellikle iyi ve kötünün savaşı olarak görürler ve kendilerine kötü davranıldığında bunu asla unutmazlar. Ufak bir hatadan dolayı insanları hemen silip atarlar ve eleştiriye tahammülleri yoktur. Sevdiği kişiyi ne pahasına olursa olsun korurlar. Fanatik spor taraftarları arasında paranoid kişilik özellikleri yaygındır. Bu kişiler olaylar arasında bağlantılar kurmakta ustadırlar ve istihbarat işlerinde çok başarılı olabilirler.” diye konuştu.
Affetmeyi bilmiyorlar…
Paranoid kişilerin, mizah duygusuna sahip olmadıklarını ve affetmeyi bilmediklerini kaydeden Prof. Dr. Tarhan, “Öç almayı bir hak olarak görürler ve her olayda savunma duygusuyla hareket ederler. Silah ve güvenlik konularına çok meraklıdırlar ve bu konularda araştırmalar yaparlar. Onlarla güven ilişkisi kurmak kolay değildir, ancak iyi niyetli ve şeffaf ilişkiler kurulduğunda, zamanla bu kişilere sevmese de saygı duyabilirler.” dedi.
Bu kişilere şaka bile olsa yalan söylemeyin!
Paranoid kişilik özellikleri olan kişilerin, genellikle gizli gerçekleri bulmakta ve öngörülerde bulunmakta başarılı olduklarını da söyleyen Prof. Dr. Tarhan, bu kişilerle sağlıklı bir ilişki kurmak için dikkat edilmesi gerekenleri şöyle anlattı:
“Bu kişilerle sağlıklı bir ilişki kurmak için dikkat edilmesi gereken bazı önemli noktalar vardır. Paranoid kişilere karşı şaka bile olsa yalan söylememek çok önemlidir. Yalan söylemek, onların güvenini tamamen kaybetmenize neden olur ve bu durum sürekli olarak karşınıza çıkar. Kendinizi kanıtlama veya sadakatinizi ispat etme çabalarına girmemek gerekir. ‘Ben böyleyim, beni değiştirmeye çalışma’ şeklinde açık ve net bir tavır sergilerseniz, size saygı duyarlar ve sizi değiştirmeye çalışmazlar. Paranoid kişilere öfkelendiğinizde, onların paranoyaları daha da artar. Öfkeye öfkeyle karşılık verirseniz, ilişki daha da kötüleşir. Bu nedenle, sakin ve ikna edici yollarla düşüncelerinizi ifade etmek önemlidir. Onlarla ilişkide doğal olmak ve dürüst davranmak gerekir. Paranoid kişilik yapısına sahip biriyle, şaka bile olsa yalan söylemek, güvenin kaybolmasına neden olur. Onların düşüncelerine saygı duyduğunuzu ancak katılmadığınızı belirterek, saygı çerçevesinde iletişim kurmak önemlidir. Bu tür durumlarda, gerekçelerinizi belirttikten sonra, sakin bir şekilde ortamı terk etmek en doğrusudur.”
Kadınlarda kıskançlık, erkeklerde büyüklük…
Paranoid kişilik bozukluğu olan kişilerin genellikle kendilerinin hasta olarak doktora gelmediklerini; genellikle eşleri veya yakınlarının onlardan şikayetçi olarak yardım arayışına girdiklerini anlatan Tarhan, şöyle devam etti:
“Kadınlarda kıskançlık paranoyası, erkeklerde ise büyüklük paranoyası daha yaygındır. Bu tür durumlarda, terapistler eşin de terapiye katılmasını isterler. Eğer eş, paranoid kişinin gelmeyeceğini söylerse, terapistler onun sorumluluğunu hatırlatarak davet etmelerini teşvik ederler. Eşlere bazen farkındalık oluşturmak amacıyla testler verilir ve bu testler kişinin kendisiyle ilgili düşünmesini sağlar. Paranoid kişilerle açık, şeffaf ve dürüst bir diyalog kurmak önemlidir. Eğer aile içinde sevgi ve iyi niyet varsa, bu tür diyaloglar çözüme ulaşabilir. Paranoid kişilik yapısına sahip kişiler, yakınlarına karşı sadık ve fedakar olabilirler. Ayrıca, keşifçi ve parlak fikirler ortaya çıkarabilirler, bu da onların özelliklerinin fırsata dönüşmesini sağlayabilir.”
İleri seviyede başa çıkmak zor!
Ancak, paranoid bozukluğu ileri seviyede olan kişilerle başa çıkmanın zor olabileceğine de işaret eden Tarhan, “Kıskançlık paranoyası olan bir erkek, eşini gece yarısı uyandırıp, rüyasında kimi gördüğünü sorabilir. Bu tür durumlarda paranoid kişi, en küçük bir işareti bile kanıt olarak görebilir. Bu nedenle, paranoid kişilerle ilişki kurarken dürüstlük ve açıklık esastır.” dedi.
Genetik bir yatkınlık varsa, uzun süre ilaç kullanımı gerekebiliyor
Kıskançlık paranoyası olan kişilerde beyinde dopamin geninin aşırı çalıştığına dikkati çeken Prof. Dr. Tarhan, “Bu gen, dopamin seviyelerini düzenler ve aşırı çalıştığında şüphecilik artar. Dopaminin karşıtı ilaçlar kullanıldığında, şüphecilik azalır. Tedavi edilen bazı vakalarda, eşlerinin kişiliklerinin tamamen değiştiğini söyleyenler bile vardır. Bu kişiler, sürekli sorgulayan, detaylara aşırı takılan, eve geldiklerinde her şeyi kontrol eden bireylerdir. Ancak, tedavi kabul ederlerse düzelme şansı yüksektir. Tedavi kabul etmezlerse, zorunlu yatış gerekebilir. Genetik bir yatkınlık varsa, uzun süre ilaç kullanmaları gerekebilir. Stres altında bu kişilerin beyinleri hatalı proteinler üretir, bu da serotonin ve dopamin dengesini bozar ve kuşkuculuğu artırır. Ancak, tedavi ile bu durum düzelebilir. Tedaviye ikna etmek zor olsa da sonuç alma ihtimali yüksektir ve tedavi edilemeyecekleri düşünülmemelidir.” şeklinde sözlerini tamamladı.