İSTANBUL (AA) - GÜLSÜM İNCEKAYA - İbn Haldun Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü Başkanı Doç. Dr. Talha Köse, Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) ve İsrail'den oluşan Türkiye karşıtı ittifakın, gazeteci Cemal Kaşıkçı'nın Suudi Arabistan'ın İstanbul Başkonsolosluğu'nda öldürüldüğünün ortaya çıkmasıyla çökmeye başladığını belirterek, bu konuda Muhammed bin Selman'ın karşı karşıya kaldığı suçlamalardan en çok İsrail'in rahatsızlık duyduğunu söyledi.
Talha Köse, Kaşıkçı'nın, 2 Ekim'de evlilik işlemleri için gittiği Suudi Arabistan'ın İstanbul Başkonsolosluğu'nda öldürülmesi, Riyad'ın bunu haftalar sonra uluslararası baskılar neticesinde kabul etmesi, Türkiye'nin süreçle ilgili yürüttüğü diplomasi, Suudi Arabistan ve Prens Muhammed bin Selman'ın bölgede ve uluslararası arenada karşılaşabileceği olası sıkıntıları AA muhabirine değerlendirdi.
Doç. Dr. Talha Köse'ye yöneltilen sorular ve yanıtları şöyle:
Soru: Suudi Arabistan Savcılığının, Cemal Kaşıkçı'nın öldürülmesini planlı bir cinayet olarak kabul etmesi sonrasındaki süreçte, suç sadece infazda görev alan kişilere yüklenip kapatılacak mı, yoksa cinayetin yeri ve olayı gerçekleştirenlerin görevleri dolayısıyla devlet de sorumlu tutulacak mı?
Köse: Aslında Suudi Arabistan Savcılığı durumu zorunlu olarak kabul etti. Biliyorsunuz daha öncesinde bu ülkenin savcılığı ve Suudi yetkililer, cinayeti hükümet içindeki bazı karanlık kişilerin kendi inisiyatifleri ile işledikleri bir cinayet olarak tanımlamış ve bu şekilde itirazda bulunmuşlardı. Bir nevi konsoloslukta gerçekleşen bu olayın üzerini örtmeye çalışmışlardı. Ancak deliller yavaş yavaş ortaya çıkmaya başlayınca ürettikleri hikayeler veya senaryolar anlamsızlaştı.
Suudi Arabistan'ın olayın üzerini örtme planına karşın Türkiye elindeki delilleri ortaya koymaya başlayınca zorunlu olarak kabullendiler. Kaşıkçı'nın öldürüldüğü kesinleşince bu kez ''Küçük ve kötü niyetli bir bir grubun yapmış olduğu bir eylem.'' şeklinde tanımladılar. Hatta konsoloslukta yaşanan olayın planlı olmadığı bir arbede sırasında Kaşıkçı'nın öldürüldüğünü söylemeye başladılar. Türkiye daha fazla delil ortaya koyunca bunun planlı bir cinayet olduğunu da kabullenmek zorunda kaldılar. Suudi Arabistan bu cinayeti kademe kademe kabullenmek zorunda kaldı.
Sürecin bu şekilde ilerlemesinde kuşkusuz Türkiye'nin uluslararası toplumu ve medyayı bilgilendirmesi önemliydi. Ayrıca Türkiye, ABD diğer istihbarat yetkililerini de bilgilendirdi. Dolayısıyla Türkiye bunu yaparken sadece karşı tarafı değil aynı zamanda uluslararası kamuoyunu ve Suudi Arabistan'ın en büyük destekçisi olan ABD'yi de bilgilendirdi. Dolayısıyla Kaşıkçı olayının planlı bir eylem olduğu ortaya çıkarılmış oldu.
"Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın açıklamaları önemli bir hamleydi''Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın, Kaşıkçı cinayetinin planlandığı yönündeki açıklamaları, Suudi Arabistan ve uluslararası kamuoyunda etkili oldu mu?
Köse: Elbette. Çünkü Cumhurbaşkanı Erdoğan, olayın bir adım ötesine giderek, sadece bu cinayeti işleyenler değil, bu cinayetin emrini verenlerin ve planlayanların da cezalandırılması, karşılıksız kalmaması gerektiğini söyledi. Bu da hem Suudi Arabistan'ın olayı kabullenmesi hem de uluslararası kamuoyu açısından önemli bir hamleydi. Çünkü durumu bürokratların, güvenlik yetkililerinin üzerine yıkıp kapatma ihtimali olasıydı.
Belki sorumluluğu, cinayet için Türkiye'ye gelen gruba yıkmaya çalışacaklar. İstihbarat ve konsolosluk yetkililerine yıkma ihtimalleri de var Cumhurbaşkanı Erdoğan, Türkiye'nin bunu kabul etmeyeceğini ortaya koymuştu. Suudi savcı, olayı doğrudan en üstten birine yüklemek yerine ara kademede birine bu işi yıkmaya yönelik niyet ortaya koyabilir. Bu bağlantı ile ilgili Türkiye'nin elinde istihbari belge var. Aynı zamanda ABD de bu işi takibi ediyor. ABD'nin elinde ne var, bunu tam olarak bilmiyoruz.
Eylem konsoloslukta yapıldığı için ve Viyana Sözleşmesi'nin konsolosluklarla ilgili 1963'üncü maddesi gereği Türkiye'nin konsoloslukta araştırma, soruşturma yapması izinler dahilinde gerçekleşti. Suudi Arabistan'ın uluslararası hukuk kurallarının bu maddelerinden istifade ederek delilleri karartma yoluna gitmesi de söz konusu. Bu nedenle Türkiye ile Suudi Arabistan dışında da olayın bir boyutu var.
''Cumhurbaşkanının açıklamaları bir ayırımı ortaya koydu''Cumhurbaşkanı Erdoğan, Kral Selman'ı neden bu olayın dışında tuttu?
Köse: Suudi Arabistan'ın olayın her aşamasında farklı itirazlar ve karartmalarda bulunması Türkiye'yi rahatsız eden konuların başında geliyor. Cumhurbaşkanının açıklamaları bir ayırımı ortaya koydu. Cumhurbaşkanı Erdoğan Kral Selman ile bu eylemi düzenleyen kişiler ve onlara bu emri veren kişileri ayrıştırdı. Cumhurbaşkanı, muhtemelen Kral Selman'ın bu olaydan haberi olmadığına dair bir iyi niyet göstergesinde bulundu. Bu olayın tamamen Suudi Arabistan'a ve ülkenin en üst düzeyindeki liderine değil, farklı bir grubun eylemi olabileceğini ortaya koydu.
"Planlı cinayet" tespitinin ardından, devletin de bu işte sorumluluğu olduğu kabul edilirse, Suudi Arabistan'a nasıl bir fatura çıkar?
Köse: Bu olayı tasarlayanlar, hayata geçirenler ve daha sonra örtmeye çalışanların tamamı devlet yetkilileri. Burada asıl sorun, devletin olması değil devlet içerisinde hangi emir-komuta zincirinden geçerek bu cinayetin işlendiği ve hangi emir-komuta zincirinden geçerek bu olayın örtülmeye çalışıldığı. Kral Selman şu anda sembolik bir lider. Devlet idaresi, istihbarat gibi alanların Muhammed bin Selman'ın kontrolünde olduğunu biliyoruz.
Yani burada iki seçenek var. Birincisi, Muhammed bin Selman üzerinden bu işin tasarlanmış olma ihtimali ki uluslararası kamuoyunda genel kabul bu yönde. Prensin açıklamaları biraz buna işaret ediyor. Muhammed bin Selman, bu konuda bir kez açıklama yaptı, o açıklamada da "Türkiye ile Suudi Arabistan'ın arasını bozmaya çalışanlar bu olayı tasarladılar.'' şeklindeydi. Ama Muhammed bin Selman'ın bu açıklaması uluslararası kamuoyunu ikna etmedi.
Dolayısıyla Kaşıkçı cinayeti ya Muhammed bin Selman üzerinden tasarlandı ya da başka bir grup tarafından tasarlandı. Fakat dikkat çekici nokta, cinayete karışan 15 kişinin profiline bakıldığında bunların Muhammed bin Selman'a çok yakın kişiler olması. Dolayısıyla en üst kademeye ulaşan tarzda bir planlama olduğu görünüyor.
''İnceleme derinleşirse, Muhammed bin Selman'a kadar ulaşır''Suçun en üst düzeyde işlendiği netleşirse, Suudi Arabistan'ı yargılayacak ya da bedel ödettirmeye zorlayacak uluslararası bir mekanizma ya da baskı kanalı var mı?
Köse: Bu olay en üst düzeye ulaşmayacaktır. Olay istihbarattan bir grup üzerine yıkılacak ve Suudiler tarafından kapatılacaktır. Eğer araştırma Suudi Arabistan nezdinde devam ederse büyük bir ihtimalle Suudi Arabistan 'Bu grup, böyle bir şey yaptı, biz de gerekli olan cezaları vereceğiz.' şeklinde olayı örtbas etmeye ve işin içinden çıkmaya çalışacaktır. Tabii ki bu uluslararası kamuoyunu tatmin etmeyecektir.
Kral Selman'ın üzerine gitme, sıkıştırılma ihtimali var fakat oldukça düşük bir olasılık. Diğer bir seçenek, soruşturmanın en üst düzeye yani bu olayın karar vericilerinin tespit edilmesine kadar ilerletilmesi ki daha önce de ifade ettiğim gibi Muhammed bin Selman'a kadar ulaşır. Böyle bir durumda veliaht prensin uluslararası düzeyde büyük bir imaj kaybı olur.
Çünkü Cemal Kaşıkçı'nın Suudi Arabistan'ın İstanbul Başkonsolosluğu'nda öldürülmesi ve Riyad'ın haftalar sonra uluslararası baskılar sonucu öldürüldüğünü kabul etmesi örneği bulunmayan bir olay olarak tarihe geçti. Ancak olayın üzerinden geçen zamana karşın Kaşıkçı'nın neden öldürüldüğü ve cesedinin nerede olduğu gibi kilit sorulara henüz net bir yanıt bulunamadı.
''Veliaht bölgede eskisi gibi rahat davranamayacaktır"Muhammed bin Selman'ın bu imaj kaybı Suudi Arabistan'ın bölgesel etkinliğini azaltır mı, ekonomik pazarı ne şekilde etkiler? Cinayetten mahkum olmuş bir devletin siyasi ve ekonomik kredibilitesi bundan sonra nasıl şekillenir?
Köse: Böyle bir durum söz konusu olduğunda Suudi Arabistan da Veliaht da eskisi gibi bölgede rahat davranmayacaktır. Aynı şeklide ekonomik pazarda da Suudi şirketler rahat olmayacaktır. Basın aynı şekilde eskiden olduğu gibi rahat olamayacak. Biliyorsunuz Suudi Arabistan ekonomik açıdan güçlü bir ülke. ABD ve Batı'daki çeşitli düşünce kuruluşları, basın yayın kuruluşları, PR şirketlerine ciddi bir şekilde kaynak aktarıyor ve kendi propagandasını yaptırıyor.
Bu parayla Batı'da kendisiyle ilgili olumsuz imajı ortadan kaldırmaya çalışıyor, basın organlarında kendisi hakkındaki her tür olumsuz yayının da önünü kapatmış oluyor. Dolayısıyla bundan sonra bunu yapması o kadar kolay olmayacak. Ayrıca ABD kongresinde, senatosunda ve değişik lobi kuruluşlarında Suudi Arabistan ile çalışan siyasetçiler var.
Gelen baskılardan dolayı bunların Suudi Arabistan ile iş yapmaları, Suudi Arabistan ile ilgili lobi çalışmaları yapmaları kolay olmayacak. Hatta iki adım daha öteye giderek bundan rahatsızlık duyan ABD'li yetkililerin, siyasetçilerin Suudi Arabistan ile ilişkilerde yaptırım kararları alma ihtimalleri de söz konusu. Benzer bir durum Batı'da da var.
Özellikle Almanya'nın bu konuda hassas davrandığını biliyoruz. Fransa bizim silah satışlarıyla bu olayın bir ilgisi olmaz diyor ve bu işi kapatmaya çalışıyor ama her halükarda bu işi kapatmaya çalışsalarda siyasiler bu konuda suçlanacaktır. En azında kendi basınları tarafından ciddi eleştirilere maruz kalacaklardır. Eskiden olduğu kadar Suudi Arabistan'la ilgili bu ülkelerde PR yapmak kolay olmayacak.
''Kötü imajını silmek için daha fazla para harcayacak''Bu durumda Suudi Arabistan'ın imajını yenileme maliyeti artar mı?
Köse: Elbette, Suudi Arabistan'ın kendini savunmak için maliyeti artacaktır. Çok daha fazla PR çalışması yapmak zorunda kalacaktır. Fakat bu maliyet Muhammed bin Selman'ın değiştirilmesini sağlayabilir mı? O kadar da kolay olacağı kanaatinde değilim. Fakat şu da var her ne kadar dışarıdan bakıldığında bu olay Batı nezdinde, dünya kamuoyunda bir sarsıntıya neden olmuş olsa bile Suudi Arabistan basınında bu tür haberlerin çıkmadığını, kamuoyunun bunlardan çok fazla haberdar olmadığını da biliyoruz.
Muhammed bin Selman'ın da daha önceki PR kampanyalarından kaynaklanan bir popülerliği var. Yani biraz daha popülist bir çizgiye gidilebilir. Biliyorsunuz Prens bin Selman kraliyet içi yolsuzluk temizliği yapmış hatta yolsuzluğa karışan kaynakları sömürenlerin paralarına el koymuştu. Dolayısıyla otoriterliğinin yanı sıra popülist bir imajı var. Suudi Arabistan Krallığının tabanı halk meşruiyetine dayanmıyor ama toplumsal düzeyde bir karşılığı olduğunu söyleyebiliriz.
Diğer bir konu, eğer ABD, Rusya ve Çin gibi aktörler Muhammed bin Selman'ın arkasında dururlarsa ki şu anda öyle görünüyor. Rusya ve Çin, Kaşıkçı olayından dolayı Suudi Arabistan ile ilişkilerinde geri adım atmayacaklarını ifade ettiler. Hatta Rusya da eğer ABD Selman'dan desteğini çekerse hemen boşluğu kendisi doldurmak isteyecektir. Zaten Suudi Arabistan da bu mesajı veriyor. ABD veya Batılı şirketler iş birliğinden çıkarsa, onların desteği ortadan kalkarsa biz başkalarıyla doldururuz.
Şu sıralar değişik mecralarda dile getirildiği üzere, Veliaht Prens'in azledilmesi söz konusu mu? Kral Selman'ın kendi oğlunu azletmeye gücü var mı? Buna karar verme durumundaki bir aktör mü?
Köse: Kral Selman bir şekilde birilerine ceza kesecektir. Ama bunu Veliaht Prens bin Selman'ı azletmeye ya da tasfiye etmeye yönelik bir süreçle neticeleneceği kanaatinde değilim. Ama Suudi Arabistan'ın uzun vadede hedeflediği dönüşümü geliştirme konusunda da bu olayın çok olumsuz etkisi olacaktır.
''Çölde Davos, Veliaht'ı pazarlama stratejisiydi''Kaşıkçı olayıyla ilgili süreç devam ederken "Çöldeki Davos" olarak da adlandırılan "Geleceğe Yatırım Girişimi Konferansı"ı düzenlendi. Suudi Arabistan 54 milyar dolarlık anlaşmalara imza attı. Suudi Arabistan, uluslararası pazarda kredibilitesini düşürmemek içi bu tür çalışmalara daha çok ağrılık verir mi?
Köse: Aslında "Çölde Davos" konferansı, Suudi Arabistan için tam bir hezimet oldu. Çünkü tahmin edilenin, beklenenin çok altında bir katılım oldu. En az 20-30 büyük şirket bu konferanstan çekildi. Batı'daki basın kuruluşları, ABD'deki Washington Post, New York Time gibi çok büyük yayın organları temsilcilerini çektiler. Bu olayın çok ciddi bir etkisi oldu. 54 milyar dolar yatırım bir başarı hikayesi değil çünkü o konferansta çok daha büyük bir rakam hedefleniyordu.
Özellikle ABD'deki büyük ve yenilikçi teknoloji şirketlerin çekildiğini görüyoruz. Tabii ki petrol şirketleri, silah şirketleri çekilmediler çünkü onların iş yapması kolaydı ama asıl Suudi Arabistan'ın hedeflediği Silikon Vadisi, HSBC, Credit Suisse, BNP Paribas, Societe Generale, JP Morgan Chase, Mastercard, Ford, Uber ve Google Cloud gibi şirketler ile birçok siyasetçi ve uluslararası şirketin üst düzey yetkilisi konferansı boykot etti.
Fransa Maliye Bakanı Bruno Le Maire, Hollanda Maliye Bakanı Wopka Hoekstra ve Uluslararası Para Fonu (IMF) Başkanı Christine Lagarde gibi isimler orada fotoğraf vermek istemediler. Ürdün ve Körfez İşbirliği üyesi bazı ülkeler ve siyasiler katıldı. Hatta Pakistan Başbakanı bu konferansa katılımından dolayı çok ciddi şekilde eleştirildi. Hem siyasi hem de iktisadi olarak bu olayın çok ciddi sonuçları oldu. Ayrıca hedeflenen PR kampanyası bir anlamda Veliaht Prens'i pazarlama stratejisiydi. Bu PR çalışması da çok net şekilde başarısız oldu. Ama Suudi Arabistan bu tip ekonomik ve yatırım zirveleri yapmaya devam edecektir.
''Siyasi rüşvet eskisi gibi kolay olmayacak''Bazı ülkelerin, silah ve petrol satışı konusunda, yüksek meblağlı anlaşmalar imzalama yoluna gidebileceği söyleniyor, bu türden bir siyasi rüşvet pazarlığı olasılığı var mı?
Köse: Bu olayın kapatılmasında siyasi rüşvet elbette söz konusu. Daha önce de belirttiğim gibi Suudi Arabistan bunu her zaman yapıyor. Hatta sistem buna dayanıyor. Suudi Arabistan'ın uluslararası arenadaki meşruiyeti aslında silah ve petrol satışı anlaşmalarına dayanıyordu. Fakat ben iddiaların aksine bunun eskisinden daha zor olacağını düşünüyorum. Bu anlaşmalar bu kadar kolay ve rahat olmayacaktır.
Suudi Arabistan ayrıca petrol kaynaklarının uzun vadede hedeflediği dönüşümü gerçekleştirmeyeceğinin de farkında. Dolayısıyla petrol yerine daha farklı tarzda bir ekonomik yapılanmanın oluşması gerektiğini düşünüyor. Çünkü Suudi Arabistan ekonomisi iyi değil petrol tek başına ülkede bir refah sağlayamıyor.
Şimdi Suudi Arabistan bu dönüşümü gerçekleştiremezse yani teknoloji şirketlerini ülkeye çekemezse hedeflediği noktaya gelemez. Bu dönüşümü sağlamamasının maliyeti ise çok ağır olur. Petrol üzerine yapılan anlaşmalar günü ve Prens'i kurtarmaya yarayabilir ama Muhammed bin Selman'ın reformcu lider vasfını ortadan kaldırır.
''Prens bin Selman İsrail için yatırımdı''İran, Kaşıkçı cinayetinden direk Suudi Arabistan'ı suçlarken, İsrail, Muhammed bin Selman'ın bu olaydan dolayı suçlanmasından rahatsız. Bu konudaki değerlendirmeniz nedir?
Köse: Muhammed bin Selman, Birleşik Arap Emirlikleri ve İsrail ile yeni bir ilişki kurup Arap dünyasında İsrail yanlısı bir ittifak oluşturma istiyor. Bu olayla bir kere bu ittifak sekteye uğrayabilir. Prens bin Selman'ın karşı karşıya kaldığı bu suçlamadan en fazla İsrail rahatsızlık duyuyor. İsrail medyası ve liberal kuruluşlar bu durumdan duydukları rahatsızlığı sık sık dile getiriyor. Çünkü Prens kendi yatırımları gibiydi. Bu yatırımlarının boşa gitmesi onları rahatız ediyor.
Suudi Arabistan'ın bölgede etkinliğine müdahalede bulunması ve faaliyetlerini sınırlamasından rahatsız olan İran, uluslararası toplumun Kaçıkçı olayından dolayı Suudi Arabistan ile bu şekilde uğraşmasını tabii olarak menfaate çeviriyor ve bu durumdan son derece memnun.
''Türkiye'nin Orta Doğu'da kilit aktör olduğu görüldü''Türkiye-Suudi Arabistan ilişkileri bundan sonraki süreçte nasıl bir rota izleyecek?
Köse: Kaşıkçı olayında Türkiye sürecin başından itibaren çok dengeli bir politika ve başarılı bir iletişim stratejisi izledi. Şu anda tüm uluslararası medya Türkiye'de bu davayı takip ediyor. Türk istihbaratının profesyonelliği, hükümetin bu konudaki dirayetli duruşu ve hukuku dikkate alan tavırları takdir ediliyor. Türkiye'nin Orta Doğu'da ne kadar önemli ve kilit bir aktör olduğu görülmüş oldu.
Bu olayla birlikte bölgeyi şekillendirmeye çalışan ABD, İsrail ve diğer aktörlerin aslında Suudi Arabistan gibi aktörlerle nereye kadar oyun kurabileceklerini sınırını ortaya koymuş oldu. Bence bu olay Türkiye'nin geleceğe yönelik Orta Doğu projeksiyonlarında önemini daha da attıracaktır.
Türkiye, Suudi Arabistan'ı topyekun suçlamaktan kaçınıyor. Türkiye, Kral Selman'a saygı ifade ederken, bir yandan da cinayetin arkasındakilerin ortaya çıkarılması gerektiğini söylüyor. Son yıllarda, Suudi Arabistan, BAE ve İsrail tarafından Türkiye karşıtı bir ittifakın olduğunu bu ittifakın oluşmasında ABD'li neoconların etkisi olduğunu da biliyoruz. Suudi Arabistan, BAE ve İsrail'den oluşan Türkiye karşıtı ittifak, Kaşıkçı olayı ile çökmeye başladı.
Türkiye, Kaşıkçı cinayetinin aydınlatılması konusunda ısrarcı, bu da Prens bin Selman üzerinde bir baskı oluşturuyor. Tabii ki bu Muhammed bin Selman üzerinde bir baskıdır ama bu baskı Veliaht Selman'ı ortadan kaldırmak, onu siyaseten bitirmek, tasfiye etmek anlamına gelmiyor.
Her halükarda Suudi Arabistan bu işten öyle kolay kurtulamayacaktır. Mutlaka bu durumda birilerinin ceza alması gerekiyor. Yani Türk kamuoyunu ve uluslararası kamuoyunu rahatlatacak tarzda bir çözüm bir cezalandırma ortaya çıkması gerekiyor ki bundan farklı bir yol, alternatif, siyasi bir seçenek ortaya konulabilsin.
Suudi Arabistan'ı bundan sonra nasıl bir süreç bekliyor?
Köse: Öncelikle, Suudi Arabistan'da siyasi ve yumuşak bir geçiş tasarlanması gerekiyor. Suudi Arabistan itibarını durumunu düzeltmek için mutlaka bir face saving yapması gerekiyor. Suudi Arabistan muhtemelen böyle bir şey yapmak zorunda kalacaktır. Bu face saving sürecinde ABD'nin önemli bir rol oynayacağı kesin. Ama ben Türkiye'nin de bu süreçte önemli bir rol oynayacağını düşünüyorum.
Eğer Suudi Arabistan bu yumuşak siyasi geçişi ya da 'face saving'i gerçekleştirmezse önümüzdeki dönemlerde çok daha sıkıntılı süreçler yaşamak zorunda kalabilir.