DEVLET HUKUKLA YÖNETİLMELİDİR

Sevgili okurlarım,,
Ben sürekli olarak Hukuk ile ilgili yazılar yazarak Hukukun üstünlüğünü sizlerle paylaştım.
İnsanoğlu topluluklar halinde yaşamaya başladığı ilk günden bu yana gerek bireylerin
birbiriyle olan ilişkilerini, gerekse toplumla olan ilişkilerini düzenleyen kurallar ve
hukuki normlar oluşturarak hayatı daha yaşanır kılmaya çalışmışlardır.
Yüzyıllar içinde şehirlerin, ülkelerin büyümesi ve insan topluluklarının devasa
boyutlara ulaşmasına paralel olarak hukuk da gelişmiş ve modern anlamda bir hukuk
müktesebatı ortaya çıkmıştır. Yani hukuk yüzyıllar içinde farklı toplumlardaki
tecrübeler sonucunda oluşmuş bir insanlık mirasıdır aynı zamanda.
Hal böyleyken, insanlığın ortak mirası olan hukuk müktesebatını yok sayarak sanki
farklı bir hukuk literatürü icat ediyormuş gibi ‘İslam hukuku’ tanımlaması yapmak,
hem fıkhın hikmetine hem de İslam’a haksızlık olur.
Maalesef fıkıh zaman içinde kendi mecrası dışında bir tartışmanın ana ekseni gibi
görülmeye başlandığı için fıkhın esas itibariyle günlük hayat içinde Müslümanların
birey ve toplum olarak hayattaki sorunlarına çözümler üreten zengin birikim olduğu
unutulmuş ve adeta bir devlet nizamı oluşturma görevi verilmiştir. Ali Bardakoğlu
Hoca’nın günümüz Müslümanlarının fıkıh algısı konusundaki şu tespiti, meseleyi
anlama konusunda son derece ufuk açıcı: “Fıkıh adeta dünya hayatımıza ilişkin bütün
taleplerimizin, iddialarımızın, tasavvurlarımızın hepsini üstlenmeye başladı. Devlet
kuracaksak da fıkha kurdurduk, komşularla ilişkileri düzenleyeceksek de fıkıh bunu
üstlendi, bir siyasi sistem üreteceksek de fıkıh buna öncülük edecekti.” (Yüzleşme,
s.227-228) Yine Bardakoğlu’nun ifadesiyle, ne yazık ki Müslümanlar fıkha çok fazla
ödev yüklediler ve bütün mücadelelerini, kavgalarını fıkıh üzerinden vermeye
başladılar.
Bu zaviyeden bakıldığında fıkıhla pozitif hukuku çatıştırmak yerine, yüzyıllar içinde
Müslüman dünyanın sorunlarını çözme konusunda büyük bir birikime sahip olan
fıkhın imkanlarıyla pozitif hukukun zenginleştirilmesinin daha akla yatkın bir yaklaşım
olduğu görülecektir.
Kısacası pozitif hukuk fıkhın imkanlarından yararlanmalıdır, ancak fıkhı bir devlet
nizamının esasını oluşturan hukuki kurallar bütünü olarak görmek doğru değildir.
Ancak biliyoruz ki özellikle son yüzyılda Müslümanlar, dine dayalı bir hukuk
sisteminin oluşmasını savunmaktadırlar.
Allah’ın hükmüyle hükmetmeyen zalim olur. Resmi hukuk fıkıh olmalıdır. Her şeyin
rabbi Allah olduğuna göre her zemine ve zamana İslam hukuku egemen olmalıdır.”
(s.40)

İnanç açısından bakıldığında doğru gibi gözüken bu argümanın, Allah’ın hükmünün
anlaşılmasında beşer faktörünü devre dışı bıraktığına dikkat çeken Emir Kaya diyor
ki: “dine inanmak bir konu, herhangi bir durumda hangi dini ilkenin geçerli olduğunu
belirlemek ise ayrı bir konudur. Her halükarda bu argümanın özünde akide yani inanç
vardır. Saf inançtan doğan önermelerin akılla ispatlanması da çürütülmesi de
mümkün değildir. İnancın karşısında başka inanç olur.” (s.40-41)
Ayrıca fıkha devlet mekanizması içinde ‘hukuk sistemi’ oluşturma görevi yüklemenin
yöntemsel olarak sakıncalar doğurması da kaçınılmazdır. Bir kere fıkha dayalı bu
hukuk düzeni hangi İslam yorumuna göre oluşacaktır?
Unutmayalım inanca dayalı bir hukuk düzeninin oluşması, belli reddedişleri de
beraberinde getirecektir ki bu hukukun yapısını içten içe zaafa uğratır. Kaldı ki ‘fıkıh
hukuk düzeninin temeli olmalıdır’ şeklindeki yaklaşım, bir inanç ifadesi olduğu için
başka inanç sahiplerinin de bu görüşe karşı çıkmaları en doğal hakları olacaktır
Hukuktan ayrılan ülkeler hep gerilemiş,başarı elde edememiştir.
Hukuk ayaklar altına almış kişiler başarı kazandı zannederler halbuki hep
kaybetmişlerdir.
Bunun örnekleri ortada.
Hitler,Stalin,Mussolini gibileri

YORUM EKLE

banner103

google.com, pub-5727224107962425, DIRECT, f08c47fec0942fa0