Yargı bağımsız mı değil mi?
Yargı birilerinin tekeli altında mı değil mi?
Yargı birilerinin arka bahçesi mi değil mi?
Herkesin bu sorulara yıllardır cevap aradığı aşikâr.
İngiltere’de yargıçlara maaş yerine limitsiz kullanabilecekleri çek defterleri verilmekte.
Para ile satın alınamayacaklarının bir göstergesi olarak.
Tabi ki iş ahlakının Avrupa ülkelerine nazaran daha az olduğu ülkemizde bunu uygulamaya kalkarsanız çıkar bir Zekeriya Öz o çeklerle tatile gider.
Yargı sisteminin eleştirildiği bu günler ‘’Yargı Tayyip Erdoğan’ın elinde’’ diyenlere en güzel cevabı vermiş oldu sanırım.
Yargı Sayın Cumhurbaşkanının emrinde olmuş olsaydı AYM o skandal diye nitelendirilen kararı verebilir miydi acaba?
Yerel mahkemelerden çıkan kararları halk beğenmez ise temyiz yolu açık olduğu için bir üst mahkemeye başvurur.
Yollar tükenene kadar bu zincir AİHM ‘ e kadar devam edebilmekte.
Hal böyleyken Anayasa mahkemesinin Can Dündar ve Erdem Gül hakkında vermiş olduğu karar ama doğru ama yanlış herkesin bu kararı eleştirmeye de, kararı uygun bulmamaya da hakkı olduğunu düşünüyorum.
Çünkü o kararın temyizi için bir üst mahkeme yok.
Özgür Basın tabi ki susturulmamalı ama basın denilen o organın da özgürlük sınırlarını aşmamalı. Cumhurun başına küfretmek, hakaret etmek, devletin gizli belgelerini ifşa etmek asla özgürlük olarak görülmemeli.
Basını hiçbir gücün satın alamayacağını bilirdim ama gelgelelim ki işler öyle yürümüyormuş.
Bir yandan Zaman gazetesi eski genel yayın yönetmeni Hüseyin Gülerce’ye daire karşılığında satın alındığı iftirası atılırken diğer yandan Prof. Dr. Nihat Hatipoğlu’nun otelleri olduğu ile alakalı çok dedikodu yapıldı.
Tüm bunların gölgesinde adama demezler mi Can DÜNDAR senin ederin bir villa mıydı? Diye.
Düne kadar başörtülüleri domuz siluetine benzeten Sözcü gazetesi ne hikmetse gazetelerine kayyum atanmasını protestoya giden ablalara başörtülü bacılarım demeye başladı.
Protestoda en ön safta kadınların olması erkeklerin nerde olduğu sorusunu akla getiriyor haliyle. Kurgulanmış, bol ajitasyonun olduğu bir filmi Türk halkına ’’ ezilenler ve zulüm’’ diye gösterilmesi Türk halkının süzgecinden geçemedi.
Cepheye kadını sürmek bir Yahudi taktiğidir.
Bu kadınların arasında neden erkek yok?
Bu manzara büyük bir ihtimalle Fetullah Gülenin emri ile teşekkül etmiştir.
Kadınlar kim tarafından sokağa çağırılıyorsa yanlıştır.
Kadınların sokağa çağırılması doğru olmuş olsaydı Yüce Yaradan Camiye çağırmaz mıydı kadınlarımızı?
Cemaat mensubu sevgili kardeşlerime Bediüzzaman‘ın bir sözünü hatırlatmakta fayda görüyorum.
Kadınlar yuvalarından çıktı, Beşeriifşaat etti, kadın yuvasına dönmelidir. (Bediüzzaman)
Gündemdeki bir diğer konu ise ‘’Dokunulmazlıklar’’.
Dokunulmazlıklar ile alakalı fezlekelerin meclise ulaştığını ve bunu iki ay sürebileceğini söyleyen Sayın Başbakan Ahmet Davutoğlu’na Vatana ihanet, insanları kışkırtmak, hendek kazmak, polisimize tokat atmak, terör cenazesine gidip terörü meşru göstermek ile suçlanan vekillerin dokunulmazlıklarının kaldırılması bu kadar uzun sürmemeli demeyi isterdim.
Dokunulmazları bir kenara bırakıp dokunabildiklerimizden Sebahat Tuncel’e Emniyet mensubuna attığı tokadın hesabı derhal sorulmalı. Söz konusu Vatan ise İdamın bile tekrar geri gelmesi tartışılmalı diye düşünüyorum.
Söz konusu Vatan ise dokunacaksın arkadaş.
Söz konusu ihanet ise yargılayacaksın arkadaş. Söz konusu İstiklal ve Bayrak ise gerektiğinde ölmesini bileceksin arkadaş.
Tüm şehitlerimize Allah’tan rahmet ailelerine sabır diliyorum.
‘’ Önce Vatan Millet sonra Ana ve Yar ‘’ diyor hepinizi saygıyla selamlıyorum.