BİR DEVLETİ YÜCELTECEK EN ÖNEMLİ FAKTÖR BAĞIMSIZ HUKUKTUR

Hukukun üstünlüğü olmadıkça, bağımsız yargı yerini almadıkça,bir devletin
güçlü olması,bağımsız güçlü bir ekonomiye sahip olması mümkün olmaz.
Yargıtay 3. Ceza Dairesi’nin anayasaya karşı başlattığı darbe girişimi hepimizi
endişelendirdi ve hep birlikte derin bir umutsuzluğa kapıldık. Her biri belli hukuk
nosyonuna sahip Yargıtay üyelerinin, anayasanın açık hükümlerine karşı nasıl böyle
meydan okuyabildiğini anlamaya çalıştık.
Zira birazcık olsun hukuk bilgisine sahip hiçbir yargı mensubunun böylesi bir
kalkışma içinde olmasını akılla ve mantıkla izah etmek mümkün değildir. Dolayısıyla
girilen bu yolun, yargıçların iradesiyle seçildiğini düşünmek biraz zor.
Ve sonunda anlaşıldı ki AYM üyelerine suç duyurusunun, sadece bir suç
duyurusundan ibaret olmadığı, esas itibariyle Anayasa Mahkemesi’ni
Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’nin ruhuna uygun hale getirmekmiş…
Çünkü, neredeyse bütün devlet kurumlarının derin bir zaaf içinde olduğu bir dönemde
bile Anayasa Mahkemesi hala anayasa hükümlerine bağlı kararlar almaya özen
gösteren tek yargı kurumu. Haliyle evrensel hukuk normlarına riayet etmeye devam
eden bir yüksek yangı kurumunun (AYM) varlığı, mevcut alaturka sistem açısından
kabul edilebilir bir durum değildir.
Bilindiği gibi Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, önce Yargıtay’ın girişimine destek
verdi, bir gün sonra da “Biz bu tartışmada taraf değil hakem konumundayız. Yetki
tartışmasının çözüm yeri anayasadır” diyerek yeni anayasa işaret etti. Oysa bizim
anayasamıza göre, cumhurbaşkanının yargıda ‘hakem’ olmak gibi yetkisi yok, çünkü
hukuki açıdan tek hakem olma yetkisi Anayasa Mahkemesi’ne aittir. Sonra anlaşıldı
ki mesele Yargıtay değilmiş, nitekim Cumhurbaşkanının ardından Adalet
Bakanı Yılmaz Tunç daha net bir ifadeyle “Yargı krizi yeni anayasa ile
çözülür” diyerek bu yargısal krizin esas hedefinin yeni anayasa olduğunu açıkça ilan
etmiş oldu.
Demek ki mesele başkaymış, Anayasa Mahkemesini hizaya sokmak için yeni bir
anayasaya ihtiyaç olduğunu kanıtlamakmış…
Maalesef, ‘hukukun üstünlüğü ’nü vaat ederek yola çıkan AK Parti iktidarı,
şimdilerde yargı dahil bütün kurumların tek elde toplandığı ‘alaturka sistemin
üstünlüğü’ nü eksiksiz hayata geçirmek için büyük bir mücadele veriyor.
sas endişe verici olan şu ki son beş yılda büyük yara alan “hukuk devleti” anlayışını
tümden kaybedersek, ütopik bir “Başyücelik devleti” hayaliyle baş başa kalabiliriz.
Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi her geçen gün ete kemiğe bürünmeye
başladıkça, aklıma hep Necip Fazıl’ın en çok değer verdiğini söylediği
meşhur “İdeolojya Örgüsü” kitabındaki o ütopik hayaller aklıma takılmaya başladı.

Muhtemelen Necip Fazıl’ın 1920’li, 30’lu yıllarda Avrupa’da revaçta olan Nazizm’den
esinlenerek yazdığı bu eser, ütopik bir İslam devleti tasarımıdır.
Necip Fazıl’ın İdeolocya Örgüsü eserinde “Devlet ve İdare
Mefkûremiz” bölümünde sunduğu sistemde, Yüceler Kurultayı, Başyüce ve
Başyücelik hükümeti vardır. Başyüce, Yüceler Kurultayı içinden seçilir. Başyücelik
hükümeti ise meclis dışından seçilir ve doğrudan Başyüce’ye bağlıdır. Başyüce,
yürütme ve yargının da başıdır.
Diyebilirsiniz ki “Türkiye bunca demokrasi tecrübesinden sonra böylesi Nazizm
saçmalıklarına itibar edecek değil herhalde…” Bana göre de sadece Türkiye’de
değil, dünyanın hiçbir aklı selim sahibi ülkesinde tamamen ütopik hayallerle
örülü ‘başyücelik’ gibi deli saçması bir sisteme itibar edilmez. Eğer bir insanın
aklından zoru yoksa, bırakın böyle ütopik hayaller kurmayı aklından bile
geçirmeyecektir.
Ama unutmayalım ki Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’nin de demokrasiyi tercih
etmiş hiçbir ülkede eşi ve benzeri bulunmamaktadır. Ve şu andaki gidişata bakarak
söylemek gerekirse, günün birinde yolumuz Necip Fazıl’ın “Başyücelik devleti”ne
düşerse doğrusu hiç şaşırmam…
Bu konuda değerli siyaset bilimci Abdulvahhab el-Efendi’nin tespitleri son derece
zihin açıcı. İslam siyaset tartışmalarının tutarlılık kazanabilmesi için ‘İslam
devleti’ kavramından vaz geçilmesi gerektiğinin altını çizen el-Efendi şöyle
diyor: “İslam’ın altın çağını yeniden tesis etmek için bir mucize gibi ortaya
çıkacak veli ve aziz bir liderin idare edeceği ütopik toplum hayalinden vaz
geçilmelidir. Ütopik hayallerimizi yeni ortaya çıkan İslami hareketlere
yaslamayalım ve onların iktidara gelmeleriyle ilahi adaletin ve faziletli yönetimin
otomatikman geleceğini vehmetmeyelim.”

YORUM EKLE

banner103

google.com, pub-5727224107962425, DIRECT, f08c47fec0942fa0