Kategoriler

Türkiye yapınca niye böyle büyük bir mesele oluyor?

Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü İbrahim Kalın, “Katar'daki askeri üssün amacı herhangi bir üçüncü ülkeye karşı tehdit veya risk oluşturmak değil. Biz Körfez bölgesinin tamamının güvenliği için bunu yapıyoruz. Türkiye’de veya bölgede ‘Türk üssünün bölgede ne işi var?’ diyenlere de, başka ülkelerin Katar başta olmak üzere birçok Körfez ülkesinde çok ciddi üsleri var. Bu ilk defa olan bir şey değil. Başka ülkelerin yaptığı şeyler, Türkiye yapınca niye böyle büyük bir mesele oluyor?" dedi.

 Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü İbrahim Kalın, Cumhurbaşkanlığı muhabirleri ile sahurda bir araya geldi. Cumhurbaşkanlığı Külliyesi’nde gerçekleştirilen sahur programında Kalın, gündeme ilişkin değerlendirmelerde bulundu. Kalın, Meclis Genel Kurulunun tatile girdiğini hatırlatarak, “Ama uyum yasalarının çıkartılması en önemli konu durumunda ve bunlarla ilgili süreç devam ediyor. 16 Nisan’dan sonra bir başka önemli konu ise Sayın Cumhurbaşkanımızın AK Parti Genel Başkanı olarak seçilmesiydi. Bu Türk siyasetinde yeni bir dönemin başlangıcıdır. Bildiğiniz gibi ‘partili Cumhurbaşkanlığı’ aslında 1960’a kadar Türkiye’de olan bir şeydi. Daha sonra değiştirildi. Bunun dünyada çeşitli örnekleri de var. Tabii Cumhurbaşkanımızın liderlik vasıfları ve AK Parti’nin kurucu lideri olması dikkate alındığı zaman bunun aslında yadırganacak bir şey olmadığını ve milletten büyük bir teveccüh gördüğünü müşahede ediyoruz. Zaten referandum sonuçları da bunu göstermiştir. Şu anda Cumhurbaşkanımız bunun gereği olarak AK Parti’yle olan ilişkisini daha sistematik biçimde yürütüyor. MKYK, MYK toplantıları yapıyor. Şu ana kadar iki grup konuşması yaptı. Bunlar da düzenli bir şekilde devam edecek” ifadelerini kullandı.

“180 günlük bir eylem planı var”
Ekonomiyle ilgili güzel veriler geldiğine de değinen Kalın, “İlk çeyrekte yüzde 5’lik bir büyüme hakikaten Türk ekonomisinin yapısal gücünü ortaya koydu. Bu çok sevindirici bir tablo. Biz ikinci, üçüncü çeyrekte de bu ivmenin devam etmesini bekliyoruz. Tabii çevremizde yaşanan sorunları, sıkıntıları düşündüğünüz zaman Türk ekonomisinin bu performansı sergilemesi geleceğimiz açısından da umut verici ve şu ana kadar izlenen ekonomi politikalarının ne kadar haklı ve isabetli olduğunu da teyit ediyor. Avrupa’da büyüme oranlarının yüzde 2-3’lerde seyrettiğini dikkate aldığınız zaman ayrıca Suriye’deki savaş ve Irak’taki güvenlik sorunları ile PKK, DEAŞ ve FETÖ’ye karşı verdiğimiz mücadeleyi düşündüğünüz zaman bu zorlu dönemde Türk ekonomisinin bu başarı trendini muhafaza etmesi Türkiye’nin geleceği açısından umut verici bir tabloyu ortaya koyuyor. Ama Cumhurbaşkanımız bununla yetinmiyor. Bildiğiniz gibi kendisinin zihninde 180 günlük bir eylem planı var. Yani yıl sonuna kadar özellikle bürokrasinin, ekonomiyle ilgili olsun diğer alanlarda olsun, yeni bir ivmeyle tekrar çalışmalarına hız vermesi için kendisinin hazırlıkları var. Bunlar da inşallah zaman içerisinde peyderpey hayata geçecek” şeklinde konuştu.

“Suudi Arabistan’ın Katar’la yaşanan gerilimin düşürülmesi ve krize barışçıl bir çözüm bulunması noktasında oynayacağı önemli bir rol var”
Dış politika konuları arasında Katar meselesinin sıcaklığını muhafaza ettiğine dikkat çeken Kalın, şunları kaydetti:
“Bugün yaşanan önemli bir gelişme, bu sabah Kral Selman bir Abdülaziz’in bir ferman ile oğlu vekil veliaht Muhammed bin Selman’ı veliaht prens olarak ataması oldu. Bugün Sayın Cumhurbaşkanımız yeni göreve atanması vesilesiyle hem Veliaht Prens Muhammed bin Selman hem de Kral Selman bin Abdülaziz ile birer telefon görüşmesi yaptı, kendilerine tebriklerini iletti ve bu görevlendirmeden dolayı başarılar diledi. Hem Sayın Cumhurbaşkanımız, hem de Kral Selman, Türk-Suud ilişkilerinin bundan sonra güçlenerek devam edeceğinin altını çizdi. Muhammed bin Selman da bu yönde tam bir kararlılık içerisinde çalışmalara devam edeceklerini ifade ettiler. Muhammed bin Selman ile gayet iyi ilişkilerimiz var. Düzenli olarak görüşüyoruz. Ben de bu sabah kendisiyle görüştüm, tebrik ettim. Bundan sonraki görevinde başarılar diledim. Kendisi bildiğiniz gibi daha önce savunma bakanlığı görevini yürütüyordu. Şimdi ona başbakan yardımcılığı, yani Kral’ın yardımcılığı görevi de eklenmiş oldu. Biz özellikle Türkiye-Suudi Arabistan ilişkilerinin geliştirilmesi noktasında bu atamanın inşallah hayırlara vesile olmasını diliyoruz. Tabii Körfez’in en büyük ve en güçlü ülkesi, İslam dünyasının ise en büyük ülkelerinden birisi olarak Suudi Arabistan’ın Katar’la yaşanan gerilimin düşürülmesi ve krize barışçıl bir çözüm bulunması noktasında oynayacağı önemli bir rol var. Görüşmede bunun da altı çizildi.”

“Biz hiçbir Körfez ülkesiyle herhangi bir gerilim içerisinde olmak istemeyiz”
“Katar konusunda yapıcı bir tutum içerisinde olduk” diyen Kalın, “Bize düşen görevler söz konusu olduğunda gerekli adımları atacağımızı ifade ettik. Dün Amerikan Dışişleri Bakanlığının bir açıklaması oldu. Özellikle teröre destek suçlamasının delillerle temellendirilmesi gerektiğinin altını çizdiler. Biz de aslında baştan beri hep bu noktanın üzerinde durduk. Yani teröre destek iddiası çok ciddi bir iddiadır. Bunun mutlaka temellendirilmesi gerekir. Katar da haklı olarak, böyle bir suçlamayla karşı karşıya kalan herhangi bir ülkenin yapacağı gibi, 'Deliller nedir? Somut veriler nedir? Bunları bizimle paylaşın' dedi. Şimdi Katar tarafına Kuveyt üzerinden bir liste ulaştırılacak. Burada somut talepler ve Katar’ın yapması gereken olacak. Ağırlıklı olarak Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri, Bahreyn ve Mısır olmak üzere dört ülkenin taleplerini ileteceklerini ifade ettiler. Muhtemelen önümüzdeki birkaç gün içerisinde bu talep listesi Katar tarafına iletilecek. Tabii biz de takip edeceğiz. Somut olarak taleplerin ne olduğunu biz de takip edeceğiz, değerlendireceğiz. Bu süreçte Kuveyt Emiri Şeyh Sabah’ın çok yapıcı bir rolü oldu. Kendisi arabuluculuk misyonuyla hareket ediyor ve Körfez ülkeleri arasında çok saygın bir yere sahip. 2014 yılında Katar’la yine Körfez ülkeleri arasında yaşanan krizde de Şeyh Sabah önemli bir rol oynamıştı. Şu anda da o rolü ifa ediyor. Biz de bu süreci, bu girişimi destekliyoruz. Katar, Suudi Arabistan ve diğer Körfez ülkeleri bizim için önemli komşular, önemli müttefikler. Bizim dostane ilişkiler içerisinde olduğumuz ülkeler. Biz hiçbir Körfez ülkesiyle herhangi bir gerilim içerisinde olmak istemeyiz. Onların birbirleriyle bir gerilim içerisinde bulunmasını da arzu etmeyiz. Bizim baştan beri bu krizle ilgili yaklaşımımız hep bu oldu. Yani eğer iki arkadaşınız, iki dostunuz, iki komşu ülke birbiriyle ihtilaf ediyorsa bununla ilgili sizin üzerinize düşen bir şey varsa bunu yapmak için harekete geçmeniz gayet doğal. Cumhurbaşkanımızın ilk günden itibaren yaptığı yoğun telefon diplomasisinin amacı da buydu. Bildiğiniz gibi Suud Kralı’ndan Katar Emiri’ne, Kuveyt Emiri’nden Bahreyn Kralı’na kadar pek çok kişiyle görüşme yaptılar. Fransa Cumhurbaşkanı, Katar Emiri ve Cumhurbaşkanımız bir üçlü telekonferans da yaptılar. Orada herkesin üzerinde mutabık kaldığı konu bu meselenin, bu krizin müzakere yoluyla çözülmesi. Karşılıklı güven ve saygı esasına dayalı olarak gerilimin azaltılması noktasında ise Katarlıların bir talebi var. Onlara uygulanan blokajın haklı olmadığı, gayrı insani olduğu, uluslararası normlara aykırı olduğu, ayrıca Ramazan ayının manevi havasını, ruhunu da düşündüğünüz zaman bunun Müslüman ülkeler arasında olması gereken kardeşlik, dostluk hukukuna da aykırı olduğunu ifade ettiler. Bizim de Katar’a özellikle gıda ağırlıklı insani yardım gönderilmesi noktasında bakış açımız bu oldu. Orada sıradan vatandaşlar bu blokajdan etkilenmesin diye gıda sevkiyatı başladı, şu anda da devam ediyor. İnsani gerekçelerle yaptığımız bu yardımlar bundan sonra da ihtiyaç olması halinde devam edecek. Bizim değerlendirmemiz, Katar’a karşı uygulanan bu yaptırımların aşırı olduğu ve sıradan vatandaşların hayatını etkileyecek noktaya gelmesinin de üzüntü verici olduğu şeklinde. Şu anda tabii Suudi Arabistan’ın özellikle Hadimul Haremeyn Şerifeyn Selman bin Abdülaziz'in oynayacağı rol önem arz ediyor. Katarlıların ise 'Blokaj kaldırılsın, biz ondan sonra oturup konuşalım' gibi bir yaklaşımı var. 'Bu endişe ve talepler neyse masada konuşalım' diyorlar. Bugün de Sayın Cumhurbaşkanımız bu çerçevede hem Muhammed bin Selman’la hem Selman bin Abdülaziz ile bu konuları paylaştılar” açıklamasında bulundu.

“Bayramdan sonra Cumhurbaşkanımızın 7-8 Temmuz’da G-20 Zirvesi için bir Almanya seyahati olacak”
Bayramdan sonra Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın 7-8 Temmuz’da G-20 Zirvesi için bir Almanya seyahatinin olacağını bildiren Kalın, “Orada yoğun bir G-20 gündemi bizi bekliyor. Küresel ekonomi, finans sisteminin güçlendirilmesi, dijital teknolojiler, iklim değişikliği, kadınların ekonomiye katılımı ve 2030 sürdürülebilir kalkınma hedefleri gibi başlıklar Almanya’daki G-20’nin ana gündem maddelerini oluşturacak. Bununla ilgili Cumhurbaşkanımızın konuşmaları olacak. Ayrıca Cumhurbaşkanımızın zirve marjında yapacağı bir dizi ikili görüşme olacak ki bunlardan bir tanesi konusunda biraz önce Kral Selman ile mutabık kaldılar. Orada da Kral Selman’la bir görüşmesi olacak. Şu anda onun programı üzerinde çalışılıyor. Cumhurbaşkanımızın Antalya’daki G-20 Zirvesi'nde gündeme getirdiği, daha sonra Çin’de de gündem olan bu küresel terörle mücadele konusu vardı. Bu da devam edecek. Biz yine bu konuda gerekli müdahaleleri ve katkıları yapmaya devam edeceğiz. Zira terör, mülteci krizi, vesaire diğer konular sıcaklığını muhafaza ediyor. Küresel boyutta hem bölge siyasetini hem diğer ülkeleri etkilemeye devam ediyor” dedi.

“Bazı AB üyesi ülkelerin Türkiye’ye yönelik önyargılı yaklaşımlarını elbette kabul etmemiz mümkün değil”
Türkiye-Avrupa Birliği ilişkileriyle ilgili değerlendirmede bulunan Kalın, şöyle konuştu:

“25 Mayıs’ta Brüksel’de yapılan görüşmeler hakikaten çok pozitif bir ortamda gerçekleşti ve amacımız son 3-4 aydır oluşan havayı değiştirmek, iklimi daha pozitif hâle getirmek ve bu çerçevede Türkiye’nin AB üyelik sürecinde atılacak adımları daha sağlam, sağlıklı, kolay bir şekilde atmak. Bununla ilgili de Temmuz ayının başında Genişlemeden Sorumlu Komiser Johannes Hahn’ın bir Türkiye ziyareti olacak. Burada özellikle Avrupa Birliği Bakanımız Ömer Çelik ve Dışişleri Bakanımız Mevlüt Çavuşoğlu temaslarına devam ediyor. Türkiye’nin AB üyeliği konusunda kararlılığı tam. O konuda herhangi bir değişiklik söz konusu değil. Fakat bu ilişkinin karşılıklı çıkar ve saygı esasına dayalı olması gerekiyor. Bazı AB üyesi ülkelerin Türkiye’ye yönelik önyargılı yaklaşımlarını elbette kabul etmemiz mümkün değil. Birçok Avrupalı lider 15 Temmuz darbesinin boyutlarını tam olarak kavrayamadıklarını, erken reaksiyon vermediklerini, bu süreçte Türkiye’nin yanında güçlü bir şekilde durmadıklarını bizimle özel görüşmelerinde ifade ediyorlar. Belki buradaki kopukluktan dolayı da darbe sonrasında Türkiye’de alınan birtakım tedbirler, OHAL gibi konularda da eksik değerlendirmeleri oluyor. Biz bu konuyu da onların gündemlerine getirmeye devam edeceğiz. Orada bir yeni sayfa açılması, özellikle referandum sürecinde yaşananların artık geride bırakılması konusunda genel bir mutabakatın olduğunu gördük. Bu memnuniyet verici bir durum. Konuyla ilgili de çalışmalarımız devam edecek.”

“Bir sonraki Astana toplantısı Temmuz’un başında yapılacak”
“Suriye konusunda özellikle bildiğiniz gibi hem Astana süreci hem Cenevre süreci devam ediyor” ifadesini kullanan Kalın, “Bir sonraki Astana toplantısı Temmuz’un başında yapılacak. Daha sonra da Cenevre toplantıları yapılacak. Biz baştan beri bunların birbirine alternatif olmadığını, birbirini tamamlayıcı nitelikte olduğunu söyledik. Tabii Astana sürecinin başında bazı ülkeler nezdinde bazı tereddütler vardı. Sürecin yürüyüp yürümeyeceği, Cenevre’ye alternatif olup olamayacağı konuşuluyordu. Ama geldiğimiz noktada yaklaşık 6-7 aylık süre içerisinde sürecin bazı somut neticelerini gördük. Mesela Aralık ayı sonunda hayata geçirilen ateşkesle ihlallere rağmen çatışmaları nispeten asgariye indirdi. Şu anda da bildiğiniz gibi Sayın Cumhurbaşkanımızın 3 Mayıs’ta Soçi’ye yaptığı ziyarette kararlaştırılan bir çatışmasızlık bölgeleri oluşturulması ve bunun mekanizmalarının kurulması kararı var. Bununla ilgili teknik çalışmalar devam ediyor. Bildiğiniz gibi dört ana çatışmasızlık bölgesi belirlendi. Buralara kim nasıl konuşlanacak? Oradaki asayişi nasıl sağlayacak? Süreci kim, nasıl izleyecek? Bununla ilgili Türk, Rus ve İranlı yetkililer arasındaki müzakereler yoğun bir şekilde devam ediyor. Biz umutluyuz. Yani bu iki sürecin bir arada yürümesi, en azından çatışmaların durdurulması, insani yardımların ulaştırılması ve siyasi sürecin hızlandırılması noktasında önemli katkılar sağlayacaktır” şeklinde konuştu.

“Mülteci krizi konusunda özellikle Avrupa ülkelerinin takındığı tavrı gördük”
Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü Kalın, konuşmasını şöyle sürdürdü:
“Tabi Suriye giderek derinleşen, kronik hale gelen bir mesele. Yani işin askeri-siyasi boyutu bir tarafa insani dram maalesef her gün daha da derinleşerek devam ediyor. Hamdolsun biz Türkiye’de Ramazan ayını geçirdik ve birkaç gün sonra nasipse bayrama kavuşacağız. Ama Suriye halkının hem Suriye’de hem de mülteciler olarak yaşadığı acıları düşündüğünüz zaman ortada hakikaten çok büyük bir dram olduğunu görüyorsunuz. Burada dünyanın zengin, gelişmiş ülkeleri açısından ahlaki ve vicdani anlamda pek övünebilecekleri bir tablo olmadığını da ifade etmeliyim. Mülteci krizi konusunda özellikle Avrupa ülkelerinin takındığı tavrı gördük. Yani 'Aman bize gelmesinler, bulundukları yerlerde kalsınlar, başka ülkelere gitsinler, böylece mülteci meselesinden en azından biz kurtulmuş olalım' yaklaşımı tabii çok palyatif bir yaklaşım. Meselenin kökenini ele almadığınız zaman, yani Suriye savaşının sonlandırılmasıyla ilgili bir vizyon ortaya koymadığınızda, bunlar ancak palyatif çözümler olarak kalıyor."

Terörle mücadele
Terörle mücadele konusunda da bir çifte standart, bir ikiyüzlü yaklaşım olduğunu ifade eden Kalın, “Yani küresel terör Batılı çıkarları hedef aldığında acil, mutlaka çözülmesi gereken bir mesele haline gelirken diğer ülkeler söz konusu olduğunda dünya gündeminin ikinci, üçüncü sıralarına itilebiliyor. Mesela DEAŞ terörü ile PKK terörü arasında yapılan ayrıma bakalım. Terör tanımı açısından baktığınız zaman ikisi arasında hiçbir fark yok. Ama temel fark PKK terörünün Türkiye’yi hedef alması, DEAŞ terörünün ise diğer ülkeleri de hedef alması. Yani DEAŞ söz konusu olduğunda uluslararası koalisyonların kurulduğunu, bütün imkânların seferber edildiğini görüyoruz. Ama PKK terörü söz konusu olduğunda 'bu Türkiye’nin kendi meselesi' noktasına gelindiğini müşahede ettik. Hatta daha da ilerisi. YPG-PYD üzerinden PKK terörünün aklanması, meşrulaştırılması gibi bir süreci de yaşadık. Bu yeni bir şey değil, yıllardır devam ediyor. Eğer bu yaklaşım değişmezse bundan sonraki yıllar içerisinde de terörle bu şekilde başetmek zorunda kalacağız. Bunun maliyetine herkes bir şekilde katlanmak durumunda kalacak” dedi.

“Amerika’nın Trump’la devam eden bu politikası sadece Türkiye açısından değil, Suriye’nin geleceği açısından da çok ciddi riskler barındırıyor”
Basın mensuplarının sorularını da cevaplayan Kalın, Amerika Birleşik Devletleri’nin PYD-YPG terör örgütüne yönelik desteği ve Türkiye’yle bilgi paylaşımı hakkındaki soruya, “Şu anda onunla ilgili Genelkurmay ve Milli Savunma Bakanlıklarımız arasında bir mekanizma işletiliyor. Bizim Washington seyahatimizde “Somut olarak size bu verileri ileteceğiz, böylece PYD’ye verilen silahlar Türkiye’ye karşı kullanılmayacak” dediler. Tabii bu bizim için yeterli bir durum değil. Yani bu asıl meseleyi çözmüyor. Amerikalıların Türkiye’ye yönelik tehditler söz konusu olduğunda bunun minimize edilmesi noktasında bir önerileri bu. Biz bunu yeterli görmüyoruz tabii. Çünkü baştan beri biz YPG’ye, PYD’ye bu şekilde silah verilmesini, destek verilmesini doğru bulmadığımızı ifade ettik, ediyoruz. Cumhurbaşkanımız da biliyorsunuz Beyaz Saray’daki basın toplantısında da söyledi. Yani tamam, yolunuz açık olsun, buyurun, hayırlı olsun, siz gidin Çünkü kendisi de söylemişti baştan biliyorsunuz. Yani PYD-YPG varsa biz o operasyonda yokuz. Tamam, buyursunlar yapsınlar ama Türkiye’ye dönük bir tehdit, bir risk söz konusu olduğunda da Türkiye bu konuda ulusal çıkarlarını korumak için gerekli adımları atar. Bunun için de kimseden izin almaz. O konuda bizim tavrımız çok net. Ama şunu da söyleyeyim; Amerika’nın Obama döneminde başlattığı ve şimdi Trump’la devam eden bu politikası sadece Türkiye açısından değil, Suriye’nin geleceği açısından da çok ciddi riskler barındırıyor. Orada etnik gerilimden demografik yapının bozulmasına kadar, Suriye’nin toprak bütünlüğünün korunmasından terör örgütlerinin başka alanlarda palazlanmasına kadar çok boyutları olan ve bize göre çok yanlış birçok düzeyde hataları olan bir politika” yanıtını verdi.

ABD-Rusya arasında yaşanan gerilimler
ABD-Rusya arasında yaşanan gerilimler ve bu durumun yeni bölgesel riskler oluşturup oluşturmadığı sorusu üzerine ise Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü Kalın, şunları kaydetti:
“Ruslarla Amerikalılar arasında uçuşlar konusunda bir koordinasyon mekanizması var. Bunun amacı da Rus ve Amerikan uçaklarının oralarda operasyon yaparken birbirleriyle karşı karşıya gelmemeleri. Ruslar, Amerika’nın bir Suriye uçağını düşürmesinden sonra bu mekanizmanın durdurulduğunu ilan ettiler. Daha önce de Rusya ile Amerika arasında bu tür gerilimler oldu. Ama o mekanizmaların işletilmesi gerekiyor. Aksi halde başka riskler doğabilir. Kazalar olabilir. Kim nerede uçuyor, kim kimin sahasında gibi konulara dikkat edilmezse çok ciddi riskler olabilir. Suriye savaşının geldiği noktayı göstermesi açısından kaygı verici bir durum bu. Bu savaş sürdüğü müddetçe bu sorunlar büyüyerek devam edecek.”

“Bu üssün amacı herhangi bir üçüncü ülkeye karşı tehdit veya risk oluşturmak değil"
Kalın, Katar’da bir askeri üs kurulması çalışmaları, Suriye’de kurulacak çatışmasızlık bölgeleri ve sınırda askeri hareketlilik iddialarına ilişkin soruya, “Bununla ilgili takvimi Genelkurmay Başkanlığı oluşturdu ve bu plan çerçevesinde bunlar peyderpey hayata geçecek. Bu anlaşma biliyorsunuz yeni değil. 2016’de imzalandı. Hatta ilk müzakereler 2014’e kadar gidiyor. En son Katar Emiri Trabzon’a geldiğinde orada bunun nihai konuşlandırma anlaşması imzalandı. Genelkurmay’ın planladığı çerçevede yürüyecek; ihtiyaçlara binaen yani oradaki üssün büyüklüğü, yapılacak faaliyetler, ortak eğitim, tatbikat vs. bütün bunlarla beraber askeri planlamanın konuları bunlar. Bunlar hayata geçirilecek. Orada tabii hep altını çizdik, tekrar vurgulamakta fayda görüyorum: Bu üssün amacı herhangi bir üçüncü ülkeye karşı tehdit veya risk oluşturmak değil. Biz Körfez bölgesinin tamamının güvenliği için bunu yapıyoruz. Bir de açıkçası Türkiye’de veya bölgede ‘Türk üssünün bölgede ne işi var?’ diyenlere de başka ülkelerin Katar başta olmak üzere birçok Körfez ülkesinde çok ciddi üsleri var. Yani Amerika’nın orada ciddi bir üssü, 9 bin kusür askeri var. BAE’de, Kuveyt’te var. Teknik olarak Suudi Arabistan’da yok ama o civarda bir askeri mevcudiyet söz konusu. İngiltere’nin, Fransa’nın var. Dolayısıyla bu ilk defa olan bir şey değil. Başka ülkelerin yaptığı şeyler, Türkiye yapınca niye böyle büyük bir mesele oluyor? Bazıları için bir hazımsızlık meselesi” cevabını verdi.

"Birileri bu süreçte bir Türk-Arap husumeti oluşturmaya çalışıyor"
Arap gazetecilere konuşurken de söylediğini ve bugün de yazdığını hatırlatan İbrahim Kalın, şunları kaydetti:
“Birileri bu süreçte bir Türk-Arap husumeti oluşturmaya çalışıyor. Türklerle Arapların arasını tekrar açmaya dönük bir kampanyaya dönüştürmeye çalışıyor. Türkiye Katar’ın yanında duruyor, Türkiye asker gönderiyor gibi Bir kere bu oyuna gelmemek lazım. Bunun maalesef eski bir tarihi var. Yani Araplar Türkleri sırtından hançerledi, İngilizlerle işbirliği yaptı, Osmanlı’ya ihanet etti söylemi uzun yıllar Türklerle Arapların arasını açmak için kullanıldı. Buna tabii malzeme taşıyan yanlış politikalar İttihat Terakki tarafından izlendi. Milliyetçilik akımının çok güçlü olduğu bir dönemde Osmanlı tebaası isyan ediyor. Arnavutlar, Yunanlar, Araplar ediyor diye yola çıkarak böyle bir perspektif geliştirdiler. Ama aslında bu baştan beri olgusal olarak yanlıştı. Şerif Hüseyin İsyanı sadece Hicaz bölgesinde meydana gelmiş, çok sınırlı ve tamamen İngilizlerin bir operasyonu olarak hayata geçirilen bir hadisedir. Aynı dönemde biz Yemen’de, Trablus’ta, Mısır’da, Çanakkale’de Türkler, Araplar, Kürtler bütün Osmanlı tebası birlikte mücadele ettiler. Dolayısıyla buradan bir Arap ihaneti diye bir şey çıkartmak tarihi gerçeklerle örtüşmüyor. Tabii tersinden bakıldığında da Arapların Türklere karşı uzun bir süre çok ciddi önyargılar taşıdıklarını biliyoruz. Türkler sırtını Arap-İslam dünyasına döndü, tamamen Batı sisteminin içerisine girdiler, hatta İslam’ı terk ederek gavurlaştılar gibi Arap milliyetçiliğinin körüklediği birtakım önyargıların öne çıktığını gördük. Ama hamdolsun Cumhurbaşkanımızın liderliğinin en önemli sonuçlarından birisi bu efsanenin yıkılması oldu. Tam tersine Türkler, Araplar ve diğer Ortadoğu milletleri kardeşlik içinde, karşılıklı çıkar ve saygı esasına dayalı olarak birlikte yaşayabilirler. Şimdi üs meselesinde de zaman zaman Arap medyasında ve başka mecralarda Türkiye ve Erdoğan karşıtı kampanyaların yapılmaya çalışıldığını görüyoruz. Cumhurbaşkanımızın ‘Arap meselesi’ olarak anılan konularda ne kadar hassasiyet gösterdiğini, risk aldığını herkes biliyor. Bunun en somut göstergesi Filistin meselesidir. Bizim başka bir gündemimiz olsaydı Cumhurbaşkanımız Filistin meselesinde bu kadar ortaya çıkmaz, bu kadar risk almaz, bu kadar ilkeli bir duruş sergilemezdi. Yani ‘one minute’ olayını biliyorsunuz. Bunun temelinde Filistin meselesi var. Aynı şekilde Libya’da kriz olduğunda, Mısır’da Mübarek görevden ayrılıp geçiş süreci yaşandığında Türkiye hep o ülkelerin yanında durdu. Cumhurbaşkanımızın Mısır’a yaptığı seyahat sırasında Muhammed Mursi daha seçilmemişti. Seçimlere gideceklerdi. Ahmet Şefik ile Muhammed Mursi iki aday olarak seçime katıldı. Biz daha o seçimlerden önce, seçimin sonuçlarını kimse bilmiyorken, kim gelirse gelsin biz Mısır halkıyla çalışmaya devam edeceğiz dedik. O zaman kredi tahsisleri, anlaşmalar yapıldı. Sonra Mısır’da kanlı bir darbeyle Mursi görevden uzaklaştırıldı. Libya’da aynı şekilde Kaddafi’nin bulunduğu dönemde birçok çağrı yaptık. Beyefendi Kaddafi’yle ve oğlu Seyfülislam ile görüşerek geçiş sürecini başlatmaları yönünde telkinde bulundu. Yani bizim başka bir gündemimiz olsa bu riskleri almazdık. Dolayısıyla hep Türk-Arap ilişkilerini güçlendirme yönünde adımlar atıldı. Burada da tutumumuz farklı değil. Dolayısıyla üs meselesi üzerinden yürütülmeye çalışılan kampanyalara prim vermemek lazım. Ben aklı selim sahibi Arap kitlenin bu iddiaları çok dikkate almadığını görüyorum. Uzun vadede Türk-Arap ilişkilerinin daha da güçleneceği konusunda herkes mutabık. Bu kriz bir şekilde aşılır. Ne kadar sürer, bilemiyorum. 2014 krizi sekiz ay sürmüştü. Büyükelçiler geri çekildi vs. ama sonunda bir uzlaşı noktasına gelindi. Bu ne kadar sürer bilemiyorum. Fakat şu anda Katar’la ilgili gündeme getirilen bu iddiaların somut verilere dayanmadığı konusunda genel bir kanaat oluşmuş durumda. Amerika’nın, Almanya başta olmak üzere birçok Avrupa ülkesinin tavrı da bu yönde oldu. Fransa’nın, İngiltere’nin açıklamalarına baktığınızda. Bundan sonra BAE ve Suudi Arabistan daha fazla pres yapmak için Katar’a yönelik yeni şeylere yeltenirler mi, bilemiyorum. Umarım böyle bir yola tevessül etmezler. Ama bu kriz aşılır. Türk-Arap, Türk-Suud, Türk-Katar ilişkileri bakidir.”

“Askeri, ekonomik ve stratejik işbirliği konularında geri adım atmamak lazım”
“Askeri, ekonomik ve stratejik işbirliği konularında geri adım atmamak lazım” diyen Kalın, “Bunların önümüzdeki dönemde daha da güçlenmesi gerekir. Biz nasıl Avrupa’yla, Balkanlar’la, Amerika’yla çok güçlü stratejik ilişkilere sahipsek aynı şeyi neden Arap ülkeleriyle, Körfez ülkeleriyle yapmayalım? Dış politika sıfır toplamlı bir oyun değil. Başka ülkeler bunu yaptığında, mesela Fransa Körfez’de üs kurduğunda veya Lübnan siyasetiyle birebir her gün ilgilendiğinde, ABD bölge siyasetiyle her gün birebir angajmana girdiğinde kimse bunu bir eleştiri konusu olarak gündeme getirmiyor. Ama Türkiye böyle bir açılım yaptığında, buralara dönük birtakım politikalar geliştirdiğinde bildiğiniz eski bayatlamış argümanlar gündeme getiriliyor. Türkiye Batı’dan kopuyor, Batı ekseninden uzaklaşıyor gibi. Halbuki biz 360 derece perspektifle bir denge politikası izleyelim diyoruz. Bizim AB üyelik sürecimiz, İslam İşbirliği Teşkilatı dönem başkanlığımıza engel teşkil etmez. Amerika’yla iyi ilişkiler içinde olmamız Rusya’yla, Çin’le iyi ilişkiler geliştirmemize engel teşkil etmez. Balkanlar’la, genel olarak Batı dünyasıyla iyi ilişkiler içinde olmamız Afrika’ya açılım yapmamızın önünde bir engel değildir. Yani bu perspektiften baktığımız için onu bir sorun olarak görmüyoruz” ifadelerini kullandı.

“Temmuz başında yapılacak Astana toplantısında da bunun belirli bir noktaya gelmesini bekliyoruz"
Çatışmasızlık bölgeleriyle ilgili Türkiye, Rusya ve İran arasında bir mekanizma kurulduğunu söyleyen Kalın, “Bir çalışma grubu var. Geçen hafta Putin’in Suriye özel temsilcisi Lavrentiyev buradaydı. Biz de onunla oturduk detaylı bir şekilde konuştuk. Şimdi teknik heyetler bu çatışmasızlık bölgelerinin lojistiğini tartışıyorlar. Tampon bölge tabiri teknik olarak doğru olmaz. Ama rejim güçleri ile muhalif güçlerin arasında konuşlandırılacak güçlerin kimlerden oluşacağı, sayısının ne olacağı, mekanizmalarının ne olacağı konusunda şu anda o heyetler çalışmalarını sürdürüyor. Temmuz başında yapılacak Astana toplantısında da bunun belirli bir noktaya gelmesini bekliyoruz. Muhtemelen İdlib bölgesinde ağırlıklı olarak bizler ve Ruslar, Şam etrafında ağırlıklı olarak Rusya-İran, güneyde Deraa bölgesinde Ürdün’ün ve Amerikalıların içinde yer alacağı bir mekanizma üzerinde çalışılıyor. Hatta Rusların bir önerisi var: Belki Kırgızlar, Kazaklar belirli sayılarda güç gönderebilirler. Bu görev gücü içerisinde onlar da yer alabilir. O mekanizmanın birinci amacı, ateşkesi daha yapısal hale getirmek. Oralarda bu güçler bulunduğu zaman onların çatışma ihtimalini minimize etme imkanı olacak. Ama bu çok detaylı bir çalışma gerektiriyor. Haritalara bakılıyor, kim nereden girecek, kaç asker nerede olacak yani 300 asker mi, 500 asker mi lazım mesela? Şimdi İdlib’in şu anda bir milyondan fazla nüfusu var. Buraya ne kadarlık bir güç konuşlandırılması gerekeceğini şu anda askerler müzakere ediyorlar. Temmuz’daki Astana toplantısına kadar bunun daha somut bir şekil almasını bekliyoruz” açıklamasında bulundu.

“Ulusal çıkarlarımız çerçevesinde ve Suriye muhalefetiyle yürüttüğümüz çalışmalar çerçevesinde her zaman gerekli adımları atabiliriz”
Sınıra yığınak konusuyla ilgili genel bir ilkeye değinen Kalın, “Spesifik olarak Türkiye şuraya giriyor, onun için şöyle bir yığınak yapıyor yaklaşımı genelde spekülatif kalıyor. Sınırda şu bölgede bir ağırlık oluyor, hemen başlanıyor: Karşıda ne var? Karşıda Tel Abyad var, Kobani var, şu var. Demek ki oraya hareket düzenlenecek deniyor. Öyle olmadığını görüyoruz. Burada da aslında farklı değil. Türkiye PKK ve DEAŞ ile aynı anda bu sınır bölgelerinde mücadele ediyor. Dolayısıyla onun gerektirdiği güvenlik tedbirleri neyse bunlar alınıyor. Bu bugün Kilis olur, yarın başka bir yer olur. Orada ihtiyaç neyse ona göre gerekli tedbirler alınır. Bunda çok olağanüstülük aramamak lazım. Biz özellikle Afrin bölgesinde, Tel Rıfat bölgesinde Hür Suriye Ordusu’nun ve diğer muhaliflerin elinde olan bölgelere PYD’nin sızma-sarkma harekatı yapmasına baştan beri itiraz ettik. Hatta geçen sene bazı bölgeleri bombaladık. Çünkü PYD’nin oradaki amacı DEAŞ ile mücadele etmek değil. Şu anda o bölgede bir DEAŞ tehdidi, mevcudiyeti yok. Tamamen bir alan kapma mücadelesi var. Ve orada PYD-YPG yeri geldiğinde rejimle, yeri geldiğinde Ruslarla, yeri geldiğinde Amerikalılarla işbirliği yaparak kendi alanını genişletmeye çalışıyor. Ama bu bizim meşru kabul ettiğimiz, beraber çalıştığımız muhaliflerin alanını daraltan, hatta bunları hedef alan operasyonlar haline gelebiliyor. Dolayısıyla orada biz yine ulusal çıkarlarımız çerçevesinde ve Suriye muhalefetiyle yürüttüğümüz çalışmalar çerçevesinde her zaman gerekli adımları atabiliriz” şeklinde konuştu.

“Şu anda direkt bizim temas edip, ‘şu salonda konuşalım’ dediğimiz bir şey yok”
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Almanya’da düzenlenecek etkinliklere katılımıyla ilgili soruya ise Kalın, “Almanya ziyaretimizin öncelikli konusu G20 zirvesidir. Alman Dışişleri Bakanı Sigmar Gabriel geldiğinde bu konuyu da konuştuk. Referandum sürecinde yaşanan tatsız hadiselerin tekrar edilmemesi için Alman makamlarının belirli bir sorumluluk ve olgunluk içerisinde hareket etmesi gerekir. Güvenliğin sağlanması, salonlar, bu tür konularda. Şimdi biz tabii ona bakıyoruz. Böyle bir uygun ortam oluşursa böyle bir toplantı yapılabilir. Tabii Hamburg’da yapılmayacak çünkü orada G20 var. Onun kendine göre bir güvenlik ağı var. Vatandaşlarımızın orada bir sıkıntıya girmemesi için. Ama bir başka şehirde olabilir. Daha kesin kararı verilmiş değil. Beyefendinin programına bağlı olarak çünkü iki gün yoğun bir G-20 programı olacak, olmayabilir de. Şu anda hala o opsiyonları değerlendiriyoruz. Ama umarım Alman makamları şu referandum sürecinde yaşadıklarımızdan dersler çıkartır ve daha yapıcı bir tutum içerisinde olurlar. Şu anda direkt bizim temas edip, ‘şu salonda konuşalım’ dediğimiz bir şey yok. Ama yerelde bazıları araştırmak için, sormak için girişim yapmışsa onu bilemem” cevabını verdi.

“Buyursunlar bunları ispatlasınlar”
CHP’nin ‘adalet’ yürüyüşü ve CHP yönetiminin iddialarının hatırlatılması üzerine İbrahim Kalın, şöyle konuştu:
“Sayın Kılıçdaroğlu bugüne kadar böyle birçok iddia ortaya attı. Hangilerini ispat etti, ona bir bakmak lazım. Bir muhalefet liderinin ciddiyetiyle bağdaşmayacak iddialar bunlar. Hukukta kural müddei iddiasını ispatla mükelleftir. Bunu ispatlasınlar. Neredeymiş bu servet, bu para? Aynı şekilde yargıya müdahale iddiası. İspatlasınlar. Yani hangi yazıyla, hangi kararnameyle, hangi dosyayla ilgili, hangi davayla ilgili böyle bir müdahale yapılmış? Buyursunlar bunları ispatlasınlar. Bir başka CHP Genel Başkan Yardımcısı da bir iddia ortaya attı. Geçen hafta İstanbul’da yapılan medya iftarında güya Cumhurbaşkanımız talimatlar vermiş. Kılıçdaroğlu’nun yürüyüşünü görmezden gelin diye. Yine aynı şekilde buyursunlar ispat etsinler. Nerede söylenmiş bu? Ne zaman söylenmiş? Ben başından sonuna kadar oradaydım. Ne böyle bir konuşma geçti, ne böyle bir gündem oldu. Kendileri gündem olamıyorsa bu onların sorunu. Faturayı yine nasıl Cumhurbaşkanımıza çıkarttıklarını anlamakta zorlanıyorum. Rahmetli Demirel’in meşhur sözünde olduğu gibi yollar yürümekle aşınmaz. Ama Türkiye’de adalet noktasında bir arayış içindeysek burada hangi tehditlerle karşı karşıya olduğumuzu doğru tespit ederek bu mücadeleyi vermemiz lazım. Yani FETÖ terör örgütünün bu ülkeye, bu ülkenin başına açtığı işler ortada. Geçmişte adaleti, yargı sistemini, hukuku nasıl manipüle ve istismar ettikleri, hepsi ortada. Bütün bunlardan ders çıkartarak bir adalet arayışı üzerine konuşmak lazım.”

“Almanya’ya FETÖ terör örgütü üyelerinin iadesi amacıyla resmi talepte bulunulmadığı iddiası doğru değil”
15 Temmuz darbe girişimini anma programları ve firari FETÖ terör örgütü üyeleriyle ilgili soru üzerine Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü Kalın, “Almanya’ya FETÖ terör örgütü üyelerinin iadesi amacıyla resmi talepte bulunulmadığı iddiası doğru değil. Adalet Bakanlığı üzerinden bir süreç yürütülüyor. Başvurular yapılıyor, dosyalar iletiliyor. Ayrıca bundan bağımsız olarak Türkiye’de darbe girişimine karıştığı açıkça belli olan asker veya siviller iltica başvurusunda bulunduğunda Türkiye ile iyi ilişkileri olan, darbe girişiminin nelere mal olduğunu görmüş olan ülkelerin normalde nasıl bir tepki vermesi gerekir? Böyle bir şeyi neden üzerinize alırsınız? Bunun Türkiye ile Almanya arasında sorun teşkil edeceğini görmez misiniz? Sanki bunlar yokmuş gibi bu adamlara kapılar açılıyor. Avrupa’ya, Amerika’ya, başka yerlere kaçarak rahat bir şekilde orada operasyonlarını yapmaya devam ediyorlar. Bunun tersi olsaydı, Almanya’da darbe girişiminde bulunmuş bir örgütün üyeleri Türkiye’ye kaçsaydı ve biz onlara kapılarımızı açıp, şu veya bu gerekçeyle bu kişilerin burada rahatlıkla Almanya karşıtı kampanyalar yapmasına göz yumsaydık Almanya’nın tepkisi ne olurdu? Amerika’nın veya bir başka ülkenin tepkisi ne olurdu? Şimdi biz aynı tepkiyi gösteriyoruz. Bu tepkiyi gösterince ‘Türkiye çok agresif tepki veriyor’ diyorlar. Bakın burada bu ülkenin demokrasisine, hukuk sistemine kast eden bir darbe girişimi yapıldı. Bunu bu adamlar yaptılar. Niye kaçtıkları belli. Nasıl PKK hücrelerine kapılarınızı açtılarsa şimdi de FETÖ elemanlarına kapılarını açıyorlar. Terörle mücadeledeki çifte standartlar ve ikiyüzlülük meselesi karşımıza buralarda çıkıyor. Türkiye topraklarında Almanya aleyhine faaliyet gösteren herhangi bir örgüt var mı? Bir şahıs var mı? Yok. Çünkü biz sorumlu bir devlet olarak, bir hukuk devleti olarak böyle bir şeye asla müsaade etmeyiz. Ama maalesef ne kadar Türkiye karşıtı grup, örgüt varsa Almanya’da bırakınız rahat hareket etmeyi, devletin imkanlarıyla Türkiye aleyhinde faaliyetlerde bulunuyor. Buna Türkiye’nin tepki göstermesinden daha doğal ne olabilir? O konudaki taleplerimiz son derece meşru ve bu mücadelemiz her platformda devam edecek. Görünen o ki bir yandan bazı Avrupalı liderler ‘biz 15 Temmuz’un gerçek boyutlarını kavrayamadık’ derken diğer yandan bunun tam tersi bir hareket tarzı içerisinde olduklarını görüyoruz. Gerçekten Türkiye’de demokrasiden, hukukun üstünlüğünden yana olsalardı bir kere darbe konusunda daha farklı bir tavır sergilerlerdi. Ayrıca darbeciler ya da darbe zanlılarıyla herhalde bu kadar içli dışlı olmazlardı” ifadelerini kullandı.

“İki anıt açılacak”
“15 Temmuz’un sene-i devriyesi konusunda Sayın Cumhurbaşkanımızın bizzat direktifleriyle çok kapsamlı bir çalışma yürütülüyor” ifadesini kullanan Kalın, konuşmasını şöyle sürdürdü:
“Bir dizi faaliyet yapılacak. Sempozyumlar, toplantılar, anma programları, klipler, filmler hazırlanıyor. Ayrıca iki anıt açılacak. Biri Külliye’nin hemen dışında yapılmaya başlandı. Anıtın ziyaret edilmesiyle ilgili planlama yapılıyor. Muhtemelen Beştepe Camii’ne girişlerde olduğu gibi yapılacak. Ancak orası araç girişine kapalı olmaya devam edecek. Biliyorsunuz burada Külliye’nin etrafında 29 şehidimiz var. Onların anısına yapılıyor. Böylece Külliye’yle bütünleşmiş olacak. Ana hatlarıyla 15 Temmuz direnişini anlatan bir eser olacak. İstanbul’daki anıt da buna benziyor. İstanbul’daki anıtta Selçuklu geometrisinden faydalanıldı. Geçen Cumartesi günü Cumhurbaşkanımızla buraya giderek incelemelerde bulunduk. Boğaza hakim, köprünün hemen Avrupa tarafından gelirken çıkışında yer alacak. Etrafına şehitleri sembolize eden 250 tane selvi dikiliyor. Yürüme yolları olacak. Şehitlerin isimleri o kitabelere yazılıyor. Güzel, kapsamlı bir yerleşke oluyor. İnşallah 15 Temmuz’da açılışı yapılacak. Hava kararmadan önce açılış yapılması planlanıyor. Orada platform kurulacak. Filmler gösterilecek. Görkemli bir tören olacak. Selalar okunacak. İsteyen gelir görür. Orada 15 Temmuz’un ruhuna uygun olarak hem hüzün hem de kahramanlık var. Bu ikisini birleştiren bir anma etkinliği planlanıyor. İstanbul ve Ankara dışındaki diğer illerde ve yurt dışında da anma faaliyetleri yapılacak. Cumhurbaşkanımız Meclis’te düzenlenecek özel oturuma katılacak. O gün Meclis’te yapılan bir anıtın da açılışı yapılacak. Külliye’de şehit yakınları ve gaziler için bir resepsiyon yapılması o gün için zor görünüyor. Ancak hem Meclis oturumunda hem İstanbul’daki etkinlikte olacaklar. Hep beraber olacağız. Basın camiası olarak 15 Temmuz konusunu ve o günden bugüne yaşananları iyi işlemeniz önemli.”

Yorumlar

Daha Fazla Haber
BURSA
Osmangazi Belediyesi’nden Dünya Diyabet Günü farkındalık etkinliği
GÜNCEL
BİK seçimlerine aday Demir ve Avcı Zonguldak’ta
GENEL
Marmara’da gece feribot yolcularına özel kampanya
GENEL
İYİ Partili Vekil Akalın kumar bağımlılığına dikkat çekti!
GENEL
Şile’de balıkçı teknesi battı! 1 kayıp… Aramalar şafak vaktiyle devam edecek
GENEL
İş insanı Komeil Azad, Van’da fabrika kuracak
BURSA
Osmangazi Belediyesi ekmeği sofralara ücretsiz ulaştırıyor
BURSA
Burfaş B Kafe, artık Orhangazi’de
BURSA
İnegöl Belediyesi’nden Akademik Çalışmalara Tam Destek
GÜNCEL
AİLE VE SOSYAL HİZMETLER BAKANLIĞI İLE HEPSİBURADA “TÜRKİYE’NİN GİRİŞİMCİ KADINLARI” PROJESİ İÇİN İŞBİRLİĞİ PROTOKOLÜ İMZALADI