Kategoriler

AFGANİSTAN KARMAŞASI VE ADİL DÜZEN YAKLAŞIMI

Sn. Erdoğan: “Taliban’la görüştük… Bize Kabil Havaalanı’nın yönetim ve denetimini teklif ettiler” bilgisini paylaşmıştı. Aslında bu teklif öteden beri ABD, AB ve NATO’nun bize bir dayatmasıydı. Öyle anlaşılıyor ki, ABD ve Batı; bu tuzak dayatmalarını, şimdi bize Taliban aracılığıyla yaptırma amacındaydı. Oysa Taliban, 31 Ağustos’tan önce bütün yabancı unsurların Afganistan’ı terk etmeleri şartını koşmuşlardı. Bununla: “Ben eski Afganistan Devleti ve Düzeni değilim. Yeni ve ayrı bir İslami Emirlik modeliyim. Önce tüm yabancı unsurlar olarak, bizim irademizle ülkemizi terk edin. Sonra beni bu yeni statümle kabul edin ki, sizinle resmen görüşeyim…” mesajını vermiş olmaktaydı. Ve zaten ABD, Doha’da Taliban’la; “Afganistan İslami Emirliği” sıfatıyla görüşüp anlaşma yapmıştı. Halbuki BM Güvenlik Konseyi, hatta ABD ve AB geçmişte Taliban’ı ve pek çok lider kadrolarını Terör Örgütü ilan ettiklerini açıklamışlardı.

Taliban Bahanesiyle “İslam Şeriatını Şeytanlaştırma” Çabaları Kasıtlıdır!

Bu arada, Haçlı Batılılar ve onların içimizdeki kiralık (hatta gönüllü) uşakları, Taliban’ın katı ve kötü davranışlarını, Müslümanlığın aslı ve orijinal uygulaması gibi gösterip, hâşâ; “İslam Şeriatını Şeytanlaştırma!” çabalarını yoğunlaştırmışlardı. Hatta Batı’da pek çok yazar ve düşünür, “İnsanlığın ve özellikle Hristiyanların beklediği DECCAL, İslami Şeriat kurallarıdır” demeye başlamışlardı. Hatta maalesef, birtakım sözde dindar iktidarları ve İslamcı yazarları da, olaylara ve oluşumlara kendi gözlükleriyle bakmalarını sağlamışlardı. Oysa, hatırlayınız, bunlar Rahmetli Erbakan Hocamızı da, “Dinci, gerici” diye yaftalamış, Mısır ve Suriye’deki İhvan-ı Müslimin’in bile, tamamını terörist saymışlardı. Biz bunların şeytanlıklarına, şımarıklıklarına ve içimizdeki gönüllü ajanlarının şarlatanlıklarına alet olmamak sorumluluğundayız. Bu Siyonist güdümlü emperyalist odakların, Orta Doğu’yu iyice karıştırdıktan sonra, şimdi tüm Orta Asya’yı, hem de Afganistan üzerinden karıştırma planlarına figüranlık yapmamalıyız. İslam’ın aslına sahip çıkmalı, İslam adına yola çıkanların ise, sadece yanlış yaklaşımlarına ve dış bağlantılarına projektör tutmalıyız.

Artık, ya ADİL DÜZEN’e Razı Olacağız veya Bu ADİLİKLER DÖNEMİ’ne Mahkûm Kalacağız!

Taliban’ın katı ve kötü tavırları bahanesiyle İslam’a… Ve onun Muamelat (Ticaret, Siyaset, Adalet’le ilgili Genel Hukuk Kaidelerini kapsayan) kısmı olan ŞERİAT’a saldırıp duran kesimlere sormak lazımdı: Münafıklığı ve çifte standardı artık bırakın; siz saf İslam’a ve ondan kaynaklı (ve tabi akıl ve bilim dayanaklı) ADİL DÜZEN programlarına razı ve hazır mısınız? Aksi halde Emperyalist Batı’nın barbarlığına ve dolaylı uşaklığına katlanmak zorunda kalacaksınız…

Bakınız Adil Düzen’de İslam ülkeleri dahil, her devlet kendi sınırları içerisinde ve bugünkü haliyle aynen kalacaktır. Yönetim şekli kendi halkının ve onların fiili ve resmi temsilcisi konumundaki ilim ve siyaset erbabının, hür iradelerine ve tercihlerine bırakılacaktır. Hiçbir ülke buyruk, diğerleri uyruk sayılmayacaktır. Kurulacak olan şu orijinal ve ortak teşkilatlar ve uygulanacak Adil Düzen programlarıyla huzurlu ve onurlu bir dönem başlayacaktır.

1- İslam Birleşmiş Milletler Teşkilatı.

2- İslam Ortak Pazarı.

3- Ortak İslam Dinarı.

4- İslam Savunma Paktı.

5- Ortak İslam Eğitim ve Bilim Kurumları sayesinde bütün Müslüman ülkelerin;

a- Pasaportları ortak, b- Pazarları ve Ekonomik Kalkınma Programları ortak, c- Paraları ve İslam Dinarları ortak, ç- Paktları ve Savunma Kurumları ortak, d- Planlama ve Bilimsel Çalışmaları ortak olunca, artık birbirlerine hâkim veya mahkûm konumda olmayıp, gerçek İslam kardeşliği ve insan eşitliği temelinde, örnek bir işbirliği ve hızlı kalkınma projeleri hayat bulacaktır. Böylece, taklitçi kafaların, “Biz İslam Hilafeti kuracağız, uymayan ülkelere saldırıp hizaya sokacağız, karşı çıkanların boynunu vuracağız!..” safsatalarına da gerek kalmayacaktır. Çünkü herkese, huzur, refah ve hürriyet sağlayacak olan ortak “5 P” formülü ile bütün sorunlar ve zorluklar savaşsız ve sataşmasız aşılacaktır.

Zaten; hukuki ve hakiki işlevini yitirdiği… Sadece göstermelik ve sembolik bir kurum haline geldiği… Rakip ve hain merkezlerin Türkiye aleyhine kullanıp, düşman güçleri kışkırttıkları bir bahane olarak sıkça gündeme getirdikleri… Bazı gerici ve taklitçi mahfillerin ise sürekli istismar ettikleri HİLAFET kurumunu, Atatürk resmen ve ismen lağvetmiş; ama Türkiye’nin bu konudaki tarihi ve manevi mesuliyet ve menfaatlerini, fikren ve fiilen yürütme görevini ise stratejik bir deha ile TBMM’nin uhdesine bırakmıştır.

Eceli gelen büyük devletlerin saldırdığı Afganistan!

Erbakan Hocamın talimatıyla, 2003 yılı Ekim ayından itibaren, Millî Gazete’de yayımlanmak üzere İslam ülkelerini geniş olarak tanıtan dosyalar hazırlanmıştı. Ardından, Değerli R. Nuri Erol tarafından “ECELİ GELEN BÜYÜK DEVLETLERİN SALDIRDIĞI İSLÂM ÜLKESİ AFGANİSTAN” başlıklı bir çalışma yapılmıştı.

İslâm âlemi ve ülkeleri, özellikle geçtiğimiz yüzyılda ve öncesinde çok büyük dalgalanmalar yaşamıştı. Bu dalgalanma, değişim ve gelişmelerin sembol ülkelerinden biri de Afganistan’dır. Afganistan son yıllarda önce Sovyet işgaline karşı verilen CİHAT ve komünizm rejimine karşı yapılan Bağımsızlık Savaşı… Sonra mücahit grupları arasındaki İktidar Kavgası, Taliban ile muhalifleri arasındaki İç Savaş... Ve son olarak da ABD İşgali yüzünden uzun süreden beri İslâm âlemi ve dünya kamuoyunun gündeminde olan bir İslâm ülkesi durumundaydı.

Afganistan sanki dünyanın büyük devletlerinin çöküş dönemlerinde adeta onlara sembolik olarak mezar olmak için var edilmiş konumdaydı. Önce İngiltere (Büyük Britanya)… Sonra Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği… Ve şimdi de Amerika Birleşik Devletleri… Eceli gelen büyükler hep Afganistan’a saldırmakta ve bu saldırılar sonlarının başlangıcı olmaktaydı.

Büyük Britanya / İngiltere: I. Afgan-İngiliz Savaşı (1838-1842); Hayber Geçidi’nde bir İngiliz ordusu yenilip ortadan kaldırılmıştı. II. Afgan-İngiliz Savaşı (1878)... III. Afgan-İngiliz Savaşı (Ravalpindi Ateşkesi, 08.08.1919 ve Kâbil Antlaşması, 22.11.1921). B. Britanya hezimete uğrayıp ayrılmak zorunda kalmıştı.

Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği (SSCB): Afganistan-SSCB Cihadı yaşanmıştı (1978-1989) ve bu cihadın sonunda Sovyetler Birliği çöküp dağılmaya başlamıştı.

(ABD) Amerika Birleşik Devletleri: 21. yüzyılın başında da Afganistan-ABD Savaşı patlamıştı. Eceli gelen ABD önce Afganistan’a, sonra Irak’a saldırmıştı. Bu saldırıların sonunda da işte ABD yenik ve rezil olarak ayrılmak zorunda kalmıştı. Nitekim 1976 yılında yazdığı “NİHAÎ ÇÖKÜŞ / Sovyet Kesiminin Çöküşü Üzerine Deneme” adlı kitabıyla Sovyetler Birliği’nin dağılacağını ve çökeceğini 15 sene öncesinden haber veren Fransız düşünür Emmanuel Todd olacaktı. Daha sonra aynı yazar, yazdığı “İMPARATORLUKTAN SONRA (Apres L’Empire) / Amerikan Sisteminin Çöküşü Üzerine Deneme” kitabında, benzer öngörüleri Amerika Birleşik Devletleri için tekrarlamış ve ABD’nin çöküşün eşiğinde olduğunu vurgulamıştı. Önce Büyük Britanya (İngiltere)… Sonra Sovyetler Birliği (SSCB)… Şimdi Amerika Birleşik Devletleri (ABD), Afganistan’da batağa saplanmıştı.

Yandaş Ergün Diler’in 25.08.2021 tarihli “Sırlar 10’da” başlıklı yazısının sonunda yazdıkları da tarihi bir itiraftır: “Trump’tan önce Başkan Obama’nın da GÖREV ALMASI için TUTUKLULUK HALİNİN uzamamasını istediği Molla Abdulgani BARADAR ülkesine dönmüş ve yıldızı giderek parlamıştır... İPEK YOLU’nda Afganistan’ın nasıl bir role zorlandığı karanlıktır... Olacaklar Baradar’ın kayıp 10 yılı ile yakından alâkalıdır... Bir de Afganistan’da geçmişte KAÇIRILAN ABD askerlerinin perde gerisinde BARADAR’ın yakın çevresinde olduğu anlaşılmıştır ve TALİBAN’ı ABD’nin eğittiğini dikkate alırsak parçalar yerli yerine oturacaktır.”

“Peki ABD, Afganistan’ı Ruslardan kurtarırken mücahitlere neden yardım etti, neden milyon dolarları oraya akıttı, neden mücahitlerin önderlerinden bir kısmını Beyaz Saray’da ağırladı, neden Bin Ladin’i görevlendirdi ve destekledi? Neden daha sonra kullandıklarını devre dışı bıraktı?

Afganistan’ın ne özelliği vardı? Bir ara bölge olması mı, Sovyetlerin hızını kesmek mi, Çin’in yükselişine karşı bir tedbir mi? Dahası orada hâlâ devam eden medrese geleneği ve İslâmî düşünce ve eğitimin devamı mı? Bu soruları sormaya ve gerçekleri öğrenmeye neden bir fırsat tanınmamaktaydı?

Amerika medyasına egemen bütün yapıların, İslâm dünyasında yaşananları nasıl çarpıttığı unutulmamalıydı. Afganistan’da yaşananlar ile gerçeklerin birebir örtüşmeyeceği zamanla anlaşılacaktı. Peki, bu haber ağları bu bilgileri neden böyle aktarıyorlar? Müslüman olan Afgan halkının Amerika güdümünde olan bir yönetimi, gene Amerika onaylı bir değişim yaşanıyor olmasını nasıl yorumlamalıydı? Bunların sonuçlarını görmeden hüküm verme hiçbir zaman sağlıklı olmayacaktı.”

Bize göre bu soruların en doğru yanıtı: “İslamcı (daha doğrusu Din istismarcısı) AKP iktidarını ve Erbakan’a hıyanet karşılığı iktidara taşınan Erdoğan ve takımını hangi odaklar ve ne maksatlarla destekliyorlarsa, işte Afganistan’da katı şeriatçı (daha doğrusu İslam’ın aslını ve tüm insanlığı kuşatıp kurtarıcı vasfını değil, çağlar öncesi şartlar ve anlayışlar doğrultusunda verilmiş fetvaları şeriat sanıcı) Taliban’a da aynı şeytani amaçlarla sahip çıkılmaktaydı!.. Oysa asıl ve en arsız Terörist İsrail olmaktaydı; ama bu Siyonist Çetenin her türlü katliam ve fesatçılığına sürekli arka çıkılmaktaydı.

IŞİD’e Katliam Yaptırıp, Taliban’ı Meşrulaştırma Çabaları mıydı?!

Hamid Karzai Havalimanı ve civarındaki korkunç katliamları üstlenen IŞİD’i kışkırtan ve kullanan Siyonist ve Emperyalist odaklar; acaba Taliban’a sığınmak zorunda mı kalmışlardı, yoksa “ölümü gösterip hastalığa razı etmek” cinsinden Taliban’ı meşrulaştırma ve “kötünün iyisi” gibi sunma hesabındalar mıydı? Çünkü ABD Afganistan’da 2 trilyon dolar harcamışlardı, ama şu ana kadar hem devrik iktidar hem Taliban ortaklığıyla 19 trilyon dolarlık Uranyum ve Lityum kaçırmışlardı, hem de yüz milyarlarca dolarlık uyuşturucu ekimi ve ticareti yapmışlardı. Ve zaten işte bu kirli ortaklık yüzünden ABD ile Taliban Doha’da hem “Afganistan İslami Emirliği” sıfatıyla resmen anlaşmalar yapmış, hem de yüz milyarlarca dolarlık silah ve mühimmatı Taliban’a bırakmış ve tek kurşun atmadan Kabil’e girip iktidara oturacak şekilde bunların önünü açmışlardı. Taliban’a sağlanan bütün bu kolaylıkların Afganistan’daki Uranyum ve Lityum madenlerini ABD’ye taşımak için yapıldığı açıktı. Bazı kitaplarda Hadis olarak nakledilen:

“Talikan’a (Afganistan’a) yazık olacaktır. Orada altın ve gümüş dışında (onlardan daha kıymetli ve etkili olan) başka madenler (hazineler) bulunmaktadır. Ve onların (Afgan Müslümanlarının) içerisinde Allah’ı hakkıyla bilip (kulluk yapan) ve Mehdi’nin yardımcıları olan kimseler vardır.”[1] mealindeki haberlerde işaret edilen maden ve hazinelerin Uranyum ve Lityum oldukları anlaşılmaktadır. Kur’an-ı Kerim’de, Hadid Suresi’nde 25. ayette Lityum’a işaret edildiği “Yüce Kur’an’ın Manası ve Mesajı” mealimizin 540. sayfasında ve yıllar öncesinden bu konu izaha çalışılmıştır.

“Andolsun, Biz elçilerimizi apaçık belgelerle (ayetler ve mucizelerle) gönderdik; ve insanlar (kuracakları Adil Devlet düzeniyle) adaleti ayakta tutsunlar diye, onlarla birlikte Kitabı ve mizanı indirdik. Ve kendisinde çetin bir sertlik ve insanlar için (çeşitli) yararlar bulunan demiri (ve iridyum madenini) de (meteorlar ile sonradan gökten) indirdik. (İnsanlara demir ve benzeri madenlerdeki gizli kuvveti teknolojide kullanma yeteneğini bahşettik.) Öyle ki Allah, gayb ile (görmedikleri halde) kimlerin Kendisine (Dinine) ve elçilerine yardım edeceğini belli etsin (ve açığa çıkarıversin). Şüphesiz Allah, büyük kuvvet sahibidir, üstünlük ve izzet O’na aittir. [Not: En son bilimsel araştırma neticeleri, DEMİR cinsinden olan ve ondan daha ağır ve dayanıklı bulunan ve yılda ancak 3 ton çıkarılan İRİDYUM madeninin Dünya’nın bünyesinde var edilmediğini, sonradan göktaşları vasıtası ile uzaydan indirildiğini tespit etmiştir. Böylesine ciddi ve ilmi gerçekleri, 1400 yıl öncesinden Hz. Peygamberin kendiliğinden bilip haber vermesi mümkün değildir. Öyle ise Kur’an-ı Kerim Onun sözleri olamaz, bunlar Allah’ın hikmetli ve hakikatli kelimeleridir. Ve bu nedenle Kur’an’ın diğer haber ve hükümleri de Hakk’tır ve mutlaka gerçekleşecektir.] (Hadid: 25)

Afgan Savaşı “Lityum” üzerine mi kurgulanmıştı?

ABD ile Çin arasında yaşanan ticaret savaşlarının öznesinde şimdilik iletişim sektörü yer alsa da, yakın gelecekteki savaşlar pil ve elektrikli otomobil üretimi alanında olacağa benziyordu. Çinli enerji şirketleri ticaret savaşlarına rağmen, lithium ion pil pazarının büyük bir bölümünü kontrol altına alarak başta ABD olmak üzere rakiplerine karşı avantaj sağlamaya çalışıyordu. Çin, özellikle petrol tüketimini azaltmak, havasını temizlemek, Japonya, Avrupa ve Kuzey Amerika’daki küresel otomobil güçleri ile rekabet etmek için yeni yollar arıyordu. Çin’in elektrikli ulaşım alanında gösterdiği büyüme, Volkswagen ve Tesla gibi otomobil üreticilerinin, bu ülkeye odaklanmasına yol açıyordu. Bu yıl itibariyle bu iki marka da, Çin’de elektrikli araç üretimine başlamayı planlıyordu. Çünkü; Uzak Doğu’nun parlayan yıldızında yıllık elektrikli otomobil satışları, geçtiğimiz yıl ilk kez 1 milyonu aşarken, bu yıl 2 milyon adete ulaşacağı hesaplanıyordu. Çin şu anda küresel Elektrikli Otomobil satışlarının yarısından fazlasını sağlarken, ABD ve Avrupa bu hıza yetişmeye çabalıyordu. Bu hızlı tempo ile ancak 2040 yılına geldiğimizde toplam satış rakamlarındaki Çin payının, yüzde 25’e düşeceği tahmin ediliyordu.

Teknolojik hedefler; ‘hammadde tedariğine’ yoğunlaşıyordu.

Dünya pil üreticileri, küresel çapta elektrikli araçlara güç sağlayacak lithium ion bataryaların üretimi için ihtiyaç duyulan ham madde tedariğinde, etkin güvence sağlayabilmek adına rekabet ediyordu. Bu alanda Çin’in gözü hiçbir şeyi görmüyordu. Çin devleti, Çinli şirketlerin ihtiyacı olan tedarik zincirini sağlamak için her türlü kritik ve önemli hamlelere imza atıyordu. Çünkü enerji depolamada ve elektrikli araçlar için kritik öneme sahip lithium ion teknolojisini geliştirebilmek ve yaygınlaştırmak, Çin’in ulusal stratejisinde bir madde olarak yer alıyordu. Ezeli rakip ABD’nin lithium ion piller için gerek duyduğu ham madde tedariğinde yönünü Kuzey Amerikalı üreticilere döndürmesi gibi, Çin devleti destekli Çinli şirketleri de, yurtdışında yoğun faaliyetlere ve işbirliklerine mecbur bırakıyordu.

İşte bu dünyada çok az bulunan Lityum madeninin en bol ve ucuz olduğu ülkenin ise Afganistan olduğu söyleniyordu. Bu nedenle, ABD Taliban üzerinden Afganistan’daki Lityumu kapmaya çalışırken, ÇİN de boş durmuyordu.

Afganistan'daki lityum rezervi değeri 5 trilyon doları aşmaktaydı!

ABD'nin 2005'te hazırladığı Afganistan'ın yer altı kaynaklarına dair raporda Afganistan'da 1 trilyon dolar değerinde lityum rezervi bulunduğu açıklanmıştı. Ülkede lityum arama çalışmalarının artırılması durumunda keşfedilecek rezervlerle Afganistan'ın dünyanın en çok lityum rezervi bulunan ülke olduğunun kanıtlanması, lityum rezervi değerinin 5 trilyon dolara çıkması olasıydı. Üstelik Afganistan'daki lityumun, diğer ülkelerdeki lityumdan ortalama kalite olarak oldukça üstün olduğu anlaşılmıştı. Afganistan'ın kanıtlanmış lityum rezervleri ülkenin güneyindeki Nimruz, Kandahar, Hilmend, batısındaki Herat ve iç-doğu kesimindeki Gazne vilayetlerinde yoğunlaşmaktaydı.

Lityumun kullanım alanları

1817'de Johan August Arfwedson tarafından keşfedilen lityum geçmişte daha çok tıp ve özellikle nöroloji alanında kullanımı nedeniyle öne çıkmıştı. Fakat son dönemde gelişen yüksek teknolojilerde lityum kullanımına duyulan ihtiyaç lityumu daha da değerli kılmıştı. Lityum; mobil cihaz, dizüstü bilgisayar, tablet, telefon, istasyon kurulumu, GPS sistemleri, insansız hava aracı, hassas güdümlü silah, hipersonik silah, uydular, hayalet uçak, elektrikli taşıt, pil ve bilgisayar çipi gibi alanlarda kullanılmaktaydı. Teknolojinin gelişmesi ve yaygınlaşmasıyla lityumun değerinin, öneminin ve tüketiminin daha da artacağı konuşulmaktaydı.

Afganistan’da neden kavga büyük olmaktaydı?

• Afganistan topraklarında; Doğalgaz 4.5 trilyon m3.

• Petrol 1.6 milyar varil.

• Bakır 240 milyon ton.

• Demir 2.2 milyar ton kadardı.

• Afganistan’daki Lityum ise dünya rezervinin %40’a yakından fazlaydı.

New York Times (14 Haziran 2010’daki) haberinde; 'Afganistan, lityumun Suudi Arabistan'ı olabilir' diye yazmıştı.

Amerikalı jeologlar ve Pentagon ekiplerinin Afganistan'da, ülkeyi dünyanın en kârlı madencilik merkezi haline getirebilecek büyük bir maden zenginliği keşfettikleri aktarılmıştı. Amerikalılar Afganistan'da aralarında demir, bakır, altın, kobalt ile lityum gibi kritik sanayi metallerinin bulunduğu yaklaşık onlarca trilyon dolar değerinde maden kaynağı bulmuşlardı. Gazetenin haberinde, bir Pentagon iç yazışmasında, Afganistan'ın "Lityumun Suudi Arabistan'ı" olabileceği ifadesi yer almıştı. Haberde, ABD Jeolojik Araştırmalar Kurumu’nun Afganistan'ın maden kaynaklarını 2006'da havadan araştırmaya başladığı vurgulanmıştı. Amerikalılar bu araştırmalarında, Afganistan'ın Sovyetlerin işgali sırasında Sovyet uzmanlarca toplanmış verilerden de yararlanmışlardı, hatta birlikte çalışmışlardı. 2009 yılında da Pentagon görev gücü Afganistan'a gelerek jeologların bulgularını incelemeye almıştı. Amerikalı maden uzmanları da araştırmayı değerlendirirken, Afgan yetkililerine konuyla ilgili bilgi sunmuşlardı.

ABD Merkez Kuvvetler Komutanı General David Petraeus, "Burada şaşırtıcı bir potansiyel var. Kuşkusuz birçok belirsizlik var, ancak bunun potansiyel olarak çok çok önemli olduğunu düşünüyorum" ifadelerini kullanmıştı.[2]

Afganistan Devrik Cumhurbaşkanı Eşref Gani’nin suçu, 2017 yılında Almanya Frank Walter Steinmeier ile Helmand eyaletindeki lityum yatakları hakkında görüşme yapması mıydı?

Afganistan kişi başına 559 dolar milli geliri ile dünyada 190 ülke arasında 179’uncu sırada, yani en fakir ülkeler arasında bulunuyordu. Ancak ülkenin onlarca trilyon dolarlık henüz işlenmemiş maden yataklarını barındırdığının açıklanması, gözlerin yeniden bu ülkeye çevrilmesine yol açıyordu. Tarihi, savaşlarla geçen ve dünyanın en fakir ülkelerinden birisi olan Afganistan’ın ekonomisi çok zor durumda bulunuyordu. Buna karşın, Afgan yetkililer, ülkede onlarca trilyon değerinde hiç kullanılmamış yer altı kaynakları bulunduğunu duyurmuştu. 11 Eylül saldırılarının ardından ABD ve NATO güçleri, Ekim 2001’den bu yana 16 yılı aşkın süredir Afganistan’da bulunuyordu.

Şimdi şu soruları kim yanıtlayacaktı?

a) Afganistan’daki ‘demir cevheri’ ve özellikle Lityum madenlerini kimler çalıştıracaktı? Amerika Birleşik Devletleri Jeoloji Araştırmaları Kurumu raporuna göre ‘lityum madenleri’ Afganistan’daki en önemli yer altı kaynaklarındandı. Tespitlere göre, Afganistan’ın Nuristan ilinde önemli lityum rezervi bulunmaktaydı.

b) Afganistan’daki ‘doğalgaz yatakları’nın işletilmesinde ABD’li şirketler hangi oranda pay sahibi olacaklardı?

c) Afganistan’daki ‘petrol rezervleri’ hangi şirketlerin ortaklığıyla çıkartılıp pazarlanacaktı?

ç) Afganistan’daki ‘kömür madenleri’ hangi uluslararası konsorsiyumla yeryüzüne çıkarılıp satılacaktı? ABD ülkeyi terk ediyor gözüküyordu ama kömür ve diğer madenlerini de Afgan halkına bırakacak mıydı?

d) Afganistan’daki ‘bakır yatakları’ büyük önem taşımaktaydı. ABD’li şirketler bu ülkedeki bakır yataklarında inisiyatif kullanacak mıydı?

e) Afganistan’daki ‘gümüş yatakları’ hangi şirketler aracılığıyla işletilmeye başlanacaktı?

f) Afganistan’daki ‘altın madenleri’ hangi şirketlere bırakılacaktı?

g) Afganistan’daki ‘kobalt maden yatakları’ nasıl kullanılacaktı?

h) Afganistan’daki ‘kükürt madeni yatakları’ bu aşamadan sonra ne şekilde çıkarılacaktı?

i) Afganistan’daki ‘kurşun madenleri’ ne olacaktı?

j) Afganistan’daki ‘çinko madeni yatakları’ kimin olacaktı?

Ve son bir soru daha: Taliban, Afganistan’da gerçekten iktidar mı olacaktı… Yoksa ABD’nin ve Siyonist Sömürü Şirketlerinin kâhyası ve suç ortağı mı yapılacaktı?

Başımıza Sarılan Mülteci Sorunları Türkiye’ye Yönelik Çok Sinsi ve Tehlikeli Bir Tuzaktı!

İktidarın plansız politikaları, patavatsız hamaset edebiyatları, belki de birtakım gizli ve kirli pazarlıkları sonucu ülkemize sokulan ve yaklaşık 8-9 milyonu bulduğu konuşulan önce Suriyeli ve Iraklı, şimdi Afganistanlı Mültecilerin hem gerçek sayıları toplumdan, hatta Cumhurbaşkanı’ndan saklanmaktaydı… Hem de gelenlerin çoğunun kimlik belgesi bulunmadığından isim ve meslek olarak kendi beyanlarının esas alınması çok ciddi riskler doğurmaktaydı. Çünkü bunların çoğu daha sonra yanlış beyanda bulunduklarını veya yanlış tercüme yapıldığını söyleyerek yeni isimler ve işler belirtmeleri Emniyet, Jandarma ve İstihbarat birimlerinde ciddi sorunlara yol açmaktaydı. Yani “Kim kimdir?” sorusunun ve birtakım suçlara karışan sorumluların doğru tespiti ve takibi yapılamamaktaydı.

Türkiye’nin başına bu belaları bilerek saran ABD ve AB ise, ülkemizin demografik (nüfus dengesi) yapısını bozmak ve Anadolu’yu bir göçmen kampı gibi kullanmak amacındaydı. Üstelik ikide bir Türkiye “insan haklarını ihlal etmekle” suçlanmaktaydı. Oysa bizzat Amerika, kendisi Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ni imzalamamıştı ve Uluslararası Ceza Mahkemesi’ne üye olmadığı için, Irak’ta, Suriye’de ve Afganistan’da işlediği, soykırım cinsinden korkunç katliamları ve terörist örgütlerle irtibatları sorgulanamamaktaydı.

Artık Türkiye’nin acilen; bütün bu sorunlara ve sorumlularına karşı ciddi ve cesaretli bir tavır alacak, diğer mağdur ve mazlum ülkelere de örneklik ve rehberlik yapacak bir iktidara ihtiyacı vardı. Bu konu artık sıradan bir siyasi tercih ve değişim meselesi olmaktan çıkmış, Milli Birlik ve Dirliğimizin bekası için hayati bir önem kazanmıştı. Oldukça kritik ve stratejik tehlikeler barındıran bu eşiğin, mevcut iktidar ve muhalefet kafasıyla aşılması imkânsızdı.

Erdoğan’ın İsrail’e Atadığı Diplomatın Küstahlıkları!

İşgalci İsrail rejimi ile “normalleşme” adımları kapsamında on bir yılın ardından Tel Aviv’e atanan Kültür ve Tanıtma Müşaviri Selim Öztürk, sosyal medya hesabı aracılığıyla skandal bir paylaşımda bulunarak, İsrail rejimi lehine propaganda yapmıştı. Millî Gazete, “Türk müşavirden İsrail ağzı” manşetiyle yayınlayarak Öztürk’ün rezil paylaşımını okuyucularına duyurması, iktidarın ikiyüzlülüğünü ortaya çıkarmıştı. Bunun üzerine Türkiye’nin Tel Aviv Büyükelçiliği’nde Kültür ve Tanıtma Müşavirliği görevinde bulunan Selim Öztürk, konuya dair paylaşımını silmek zorunda kalmıştı.

Üç Dilde Propaganda Yapmıştı

İsrail rejimi ile “normalleşme” görüşmelerinde bulunan Türkiye’nin Tel Aviv Büyükelçiliği’ndeki Kültür Müşavirliği görevine getirilen Selim Öztürk, yapmış olduğu paylaşımda, İsrail’i Ortadoğu’daki sorunun değil de çözümün bir parçası saymıştı. Türkçe, İbranice ve İngilizce olmak üzere üç dilde propaganda yapan Öztürk, açıklamasında Türkiye’nin işgalci İsrail rejimi ile ittifak yapması gerektiğini savunmaktaydı. Öztürk, skandal ifadelerinde, “Türkiye-İsrail-Suudi Arabistan ittifakı Ortadoğu için çözümdür! ÇIKIŞ YOLUDUR!.. Bu kadar” ifadelerini kullanmıştı. Öte yandan Öztürk, mevcut görevine atanmasına dair de “Uzun ve zor bir süreçten sonra Tel Aviv Büyükelçiliğimizde Kültür Müşaviri olarak görevime başlamış bulunmaktayım. On bir yıl aradan sonra atanan ilk müşavir olmak benim için onur. Umarım iki ülke arası ilişkilerin iyileşmesine katkıda bulunabilirim.”[3] ifadelerini kullanmıştı. Ve zaten R. T. Erdoğan, “İsrail Cumhurbaşkanı ile görüşeceğini ve ilişkileri normalleştirme çabası göstereceklerini” bizzat açıklamış ve gerçek ayarını ortaya koymuşlardı. Şimdi soralım: “Aynı masaya oturmadan ve görüşme yapmadan nasıl uzlaşıp anlaşacaksınız?” buyuran sayın Erdoğan, hem Taliban’la hem terörist İsrail Cumhurbaşkanıyla görüşmek gerektiğini vurgularken, peki neden Suriye sorunlarını çözüm için Beşşar Esad’la bir araya gelmekten kaçınmaktaydı? Kiminle görüşüleceği kararları vicdanıyla ve ülke çıkarları doğrultusunda mı yoksa Amerika’nın dayatmalarıyla mı alınmaktaydı?

Atatürk’ün Afganistan Duyarlılığı ve İktidarın Yanlış Yaklaşımı!

100 yıl önce idi. İngiliz, Fransız, İtalyan, Yunan; kısaca tüm Haçlı dünyası, Siyonistlerin kışkırtmasıyla vatanımızı elimizden almak, asırlardır İslam’ın bayraktarlığını yapan Türkiye’yi ortadan kaldırmak için üstümüze çullanmışlardı.

Mustafa Kemal Paşa Anadolu’ya geçip, başlayan “cihad-ı ekberi” komuta etmek için görevlendirildiğinde, ilk işlerden biri olarak, içlerinde bugünkü Afganistan halkı da olan “Hint Müslümanlarından” destek istemek olmuştu. Onlar da maddi, manevi, diplomatik ve moral desteklerini Anadolu direnişine sunmuşlardı. Zaferimizin kazanılmasında en büyük desteklerimizden biri de Hint Müslümanlarıydı.

Atatürk 1 Mart 1921’de Türk-Afgan Dostluk ve İşbirliği Anlaşması’nı imzalamış ve karşılıklı elçilikler atanmıştı. Ardından 1922 yılında Mustafa Kemal, meşhur Medine’yi Savunma kahramanı Fahrettin (Türkkan) Paşa’yı, çok değerli subay ve eğitim uzmanlarından oluşan bir heyetle ve beş yıl kalmak üzere Afganistan’a yollamıştı. 1927 yılında ise 5. Kolordu Komutanı Ferik Naci Eldeniz Paşa, Afganistan Harbiye Nezareti Müsteşarlığına atanmıştı. 1937 yılında ve yine Atatürk’ün özel talimatıyla Afganistan’a Harbiye Mektebinde ders vermek üzere 11 kurmay subay bu ülkeye yollanmıştı. Daha sonraki yıllarda Afganistan’da Hukuk ve Siyasal Fakülteleri ve Öğretmen Mektepleri açılması konusunda uzman desteği sağlanmıştı. Ve yine 1927’de Atatürk tarafından Afganistan’a gönderilen Prof. Kamil Rıfkı Urga, orada 1932 yılında Kabil Tıp Fakültesi’ni açmıştı.

Yorumlar

Daha Fazla Haber
BURSA
Osmangazi'de kar mesaisi başladı
BURSA
RUMELİSİAD’dan Cumhuriyet tarihine ışık tutan söyleşi
BURSA
Köy yolları kara karşı tuzlandı
BURSA
AVRUPA ŞAMPİYONUYUZ!
BURSA
ERDEN KÖYBAŞI: “ÖĞRETMENLERİMİZ, DEMOKRASİMİZİN VE BİLİMSEL EĞİTİMİN TEMEL TAŞLARIDIR!”
BURSA
169 mahalle yolu ulaşıma açıldı
ANKARA
ANKARA BÜYÜKŞEHİR BELEDİYESİNDEN KADINLARA YÖNELİK KİL ATÖLYESİ
BURSA
24 KASIM ÖĞRETMENLER GÜNÜ BURSA'DA TÖRENLERLE KUTLANDI
BURSA
Kadınlar, toplumsal eşitsizliğe ve şiddete karşı sesini yükseltiyor
BURSA
Tarihi Kentler Birliği’nden Osmangazi Belediyesi’ne ödül