Sevgili okurlarım.
Ben hep hukukun üstünlüğünü ve eleştri kültüründen bahsedesrim.
Eleştriden hiç kimse kocunmamal ıve eleştriyi suç saymamalıdır.
Hukukun üstünlüğüne güvenen ve inanan kimse eleştrilerden de korkmaz,üstelik
eleştilerden ders çıkarır.
Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan Pazartesi günü kabine toplantısı sonrasında
yaptığı değerlendirmede, instagram yasağına karşı çıkanlara sert eleştirilerde
bulundu. Sözleri aynen şöyle: “Bunun adı ifade özgürlüğüne sahip çıkmak değildir.
Bunun adı ev zenciliğidir. Batı’dan çok Batıcı bu ev zencilerin hayattaki tek gayesi
sahiplerine şirinlik yapmaktır. Mücadelemizi onların efendilerine karşı yürüttük.
Bugün de kuklalarla vakit harcamıyor, asıl onları oynatan kuklalara odaklanıyoruz.”
Cumhurbaşkanı ayrıca instagram yasağına karşı çıkanları ‘cibilliyeti bozuk’ olarak
tanımladı. Doğrusu milyonları ilgilendiren bir yasağın böyle bir dille savunulması
hem Türkiye adına hem de AK Parti adına büyük bir talihsizlik. Siyasi aklın devre
dışı kalmasının sonuçları bunlar...
Bu yaklaşımdan hareketle acaba evrensel hukuk normlarını ve de Kur’an’ın özgür
bireyi esas alan öğütlerini yok sayarak şöyle mi düşünmeliyiz; Cumhurbaşkanlığı
hükümet Sistemi’nde ifade özgürlüğünün sınırlarını hukuk değil iktidar belirler,
dolayısıyla kimin düşüncesinin makbul ya da ‘cibilliyetsiz’ olduğuna ancak iktidar
karar verir... Eğer demokrasi dışı bir yönetim hayali kurmuyorsak tabii ki...
Herhalde hiçbir siyasi iktidar, özellikle de hukuk ve özgürlük ilkeleriyle yola çıkan
bir siyasi partinin iktidarı, göz göre göre kendisini böylesine bir ‘yasakçılık’
parantezine almayacaktır. Ama yeni AK Parti için bunların hiçbir önemi yok, zira
onlar artık başka bir istikametin yolcuları...
Aslında bu yaklaşımın çok da yabancısı değiliz. Müslüman dünyanın yüzyıllar
içinde özgürlük ve hukukla olan ilişkiler serüvenine baktığımızda bunun sayısız
örnekleriyle karşılaşabiliriz.
İfade özgürlüğüne karşı tutucu güçlerin varlığı, Hristiyan dünyada da Müslüman
dünyada da bir gerçektir. Esas talihsizlik, Batı Hristiyan düşüncesini beslemiş olan
İbn-i Rüşd gibi bir değerin Müslümanlar tarafından dışlanması, hatta kitaplarının
yakılmasıdır.
Maalesef bu tarihten itibaren, Müslüman dünyanın tanıdığı özgür düşünce ile
yeniden ilişki kurma çabaları hep başarısızlıkla sonuçlanmıştır. Müslüman
toplumlar kendi aralarında farklı düşünce disiplinleri içinde tartışmalar yapmış
olmalarına rağmen, demokrasi konusunda suskun kalmışlardır.
Esas itibariyle bugün Müslüman dünyanın hukuksuzluk ve özgürlük fukaralığının
sebeplerini, yüzyıllar içinde oluşan İslam siyaset felsefesinin özgürlükçü
düşünceyle arasındaki mesafenin giderek açılmasında aramak gerekiyor.
Zira her geçen gün kendi içine kapanan Müslüman dünyadaki siyasal iktidarlar,
yönettikleri halkın neye inanacağına, nasıl düşünmesi gerektiğine sadece
kendilerinin karar verme yetkisine haiz efendiler olarak görmüşlerdir. Çünkü onlar
insan üstü niteliklere sahip bir efendi ve Allah’ın yeryüzündeki halifeleridirler...
aliyle dünyevi yönetim meselesinin Allah’la irtibatlandırıldığı bir toplumda özgürce
fikir beyan etmek, hele de halifenin uygulamalarına itiraz etmek, Allah’a itiraz
etmekle eşdeğer görülmektedir. Yani herhangi bir bireyin, Allah’ın insana bahşettiği
aklı kullanarak yönetimleri eleştirmesi, farklı görüşleri beyan etmesi asla mümkün
değildir.
Oysa yeryüzündeki bütün insanlar Allah’ın halifesidir, halifelerin, sultanların,
padişahların bir ayrıcalığı da kutsallığı da yoktur. Ve de Allah adına insanlara
efendilik taslama yetkisine asla sahip değildirler.
Zaten Kur’an’da da açıkça “Ben yeryüzünde bir halife yaratacağım” (Bakara/30)
şeklinde ifade ediliyor, ‘yeryüzünde beni temsil edecek halifeler, krallar ya da
padişahlar yaratacağım’ değil... Ayrıca unutmayalım, sahabe bile Hz. Peygamberi
farklı konularda kıyasıya eleştirmiş ve tartışmışlardır. Halifeler ve padişahlar kim
oluyor ki...