Yaşam savaşı veren hastaların hayata tutunma şansını arttırmak için gecesini gündüzüne katarak çalışan yoğun bakım personeli, mesaisini büyük fedakarlıkla sürdürüyor.
Bazen çocuk, bazen genç, bazen de yaşlı hastaların en zor anlarına şahit olan yoğun bakım çalışanları, hem beden hem de beyin yorgunluğunu en fazla hisseden meslek grupları arasında yer alıyor.
AA ekibi, hayata tutunmak için verilen o büyük savaşın en net görüldüğü yoğun bakım servisinde, isimleri bilinmese de hafızalara "gizli kahramanlar" olarak kazınan yoğun bakım personelinin gerilim ve stres yüklü çalışma temposuna tanıklık etti.
Dikkatsizlik ve hatayı kabul etmeyen yerler arasında belki de ilk sıralarda yer alan yoğun bakımlarda personel, mesailerine 24 saat çalışacaklarını bilerek başlıyor.
Bazen dinlenme ya da yemek molası için ayıracak zaman dahi bulamayan yoğun bakım çalışanları zihinlerini, hastalara gösterdikleri şefkat sayesinde dinç tutabiliyor.
"Hasta ve hasta yakını kadar çaresiz değiliz." mantığıyla işlerine bağlanan yoğun bakım ekipleri, hastalara çare olabilecek el olduklarını asla unutmuyor.
Kriz anlarında makine seslerinin dahi değiştiği yoğun bakım servisinde, çalışanlar da tüm güçleriyle hastayı yaşamda tutmak için büyük çaba gösteriyor.
"Yoğun bakım: yaşamın kıyısına gelmiş insanların bulunduğu alan"
Biruni Üniversitesi Hastanesi Anestezi ve Reanimasyon Uzmanı Doktor Öğretim Üyesi Suna Koç, AA muhabirine yaptığı açıklamada, çalışma hayatının son 10 yılını yoğun bakımda geçirdiğini söyledi.
Yoğun bakımı, "Çoğu zaman yaşamın kıyısına gelmiş insanların bulunduğu alan." olarak tanımlayan Koç, "Biz genelde yoğun bakımda yaşamın kıyısına gelmiş, artık çoğu zaman yaşam şartları açısından zor durumda olan insanlarla karşılaşıyoruz. Bu yaptığımız işin zorluğu yanında bir de hasta yakınlarıyla olan ilişkilerimiz var. Bu da bizim için hiç kolay olmayan süreçler. Psikolojik olarak, hatta bazen fiziksel olarak da zorluk yaşıyoruz." ifadelerini kullandı.
Koç, mesleğini sevdiğini anlatarak, şunları kaydetti:
"Burada kaybedilen hastalar olduğu gibi kazandığımız, hayata kattığımız, daha doğrusu aracı olduğumuz hastalar da çok oluyor. O da bize ekstradan büyük bir mutluluk veriyor. Burada bazen ölümün kıyısında, hayatını kaybetmek üzere olan hastalara bir şeyler yaptığımızda bu bizi çok mutlu ediyor. O yüzden ben hep meslek hayatımda, hatta tıbbı seçerken bile onu düşünmüştüm, hastalar için bir şeyler yapmak beni mutlu ediyor."
"İşimizi yaparken Allah rızasını kazanmak benim için önemli"
Anestezi ve Reanimasyon Uzmanı Doktor Öğretim Üyesi Suna Koç, ailesinin de çalışma temposuna alıştığını dile getirerek, "Burada yaşadıklarımızı bir şekilde burada bırakıp gitmek zorundayız, insanız sonuçta mutlaka etkileniyoruz. Genç hastalar olunca, yapacak bir şey olmayan hastalar olunca bundan mutlaka olumsuz etkileniyoruz ama bunu çevremize yansıtmamaya çalışıyoruz. Her ne kadar ben burada bir şeye çok üzülsem de çok yorulsam da buradaki her şeyi burada bırakıp gitmeye çalışıyorum." diye konuştu.
Beden ve ruh yorgunluğunu atmak için zaman zaman spor faaliyetleriyle uğraştığını anlatan Koç, sözlerini şöyle sürdürdü:
"Daha çok sosyal anlamda bir şeyler yapmaya çalışıyorum. Çocuklarıma zaman ayırmaya çalıştığım gibi bir de dışarıda sosyal açıdan desteğe ihtiyacı olan insanlara bir şekilde elimden geldiği kadar yardım etmeye çalışıyorum. Buradaki işimin farklı bir versiyonu ama beni oldukça rahatlatıyor. Gün içinde, gün sonunda sadece 'İşinizden para kazanmışsanız o zaman büyük kayıptasınızdır.' düşüncesi benim için son derece önemli. İşimizi yaparken hep Allah rızasını kazanmak benim için oldukça önemli. Ben bu işin burada bitmesini de istemiyorum. Dışarıdaki hayatımda da bunun devam etmesini istiyorum. O yüzden sosyal destek açısından insanlara gücümün yettiği kadar bir şeyler yapmaya çalışıyorum. Bunu maddi açıdan değerlendirmemek gerekir. Daha çok psikolojik destek diyebilirim. Bu bana da terapi gibi geliyor, beni de çok rahatlatıyor. Onların ihtiyacı olduğu gibi bizim de buna ihtiyacımız var. Ne boyutta insanlara faydalı olabilirsek o derece mutlu olacağımıza inanıyorum, hem dünyada hem ahirette."
"Bu meslek sevilmeden yapılacak bir meslek değil. Ama sevmek de yetmiyor. Gerçekten 'Ruhen bunu kaldırabilecek miyiz?' diye düşünmemiz lazım karar verirken." diyen Koç, yoğun bakım servisinde çalışmak için ruhen ve bedenen güçlü bir yapıya sahip olunması gerektiğini de sözlerine ekledi.
"Yoğun bakım hata kabul etmez"
Biruni Üniversitesi Hastanesi Başhekimi ve Anesteziyoloji ve Reanimasyon Uzmanı Doktor Öğretim Üyesi Türkan Özer de sözlerine mesleğini çok sevdiğini ifade etti.
Özer, "Stresli alanlarda çalışan hekimlerin mesleklerini devam ettirebilmeleri için mutlaka o işi seviyor olmaları gerekir. Bu hepimiz için geçerli diye düşünüyorum." dedi.
İşlerine hep severek geldiklerini, eve gittiklerinde dahi akıllarında takip ettikleri hastalar olduğunu vurgulayan Özer, sözlerini şöyle sürdürdü:
"Durumunu merak ettiğimiz hastaların gidişatlarını görmek üzere bir heyecan vardır içimizde. Zaten geceden aramışızdır, sormuşuzdur, 'O nasıl oldu, bu hasta nasıl oldu, öbürü nasıl?' Bir şekilde bir haberimiz vardır zaten. Geldikten sonra da hastalarımızı tek tek dolaşır, genel durumlarıyla ilgili bildirimlerini alırız, tedavilerini planlarız, muayenelerini yaparız. Hasta yakınlarıyla belirli zamanlarda, görüşmelerimiz olur. Hemşire arkadaşlarımız olsun, yardımcı sağlık personelimiz olsun sürekli bir devinim içerisinde kulaklarımız birbirimizde olacak şekilde hareket ederiz. Sürekli bir enformasyon zinciri vardır, herkes herkesten haberdardır, bir şeyi bir kez söylediğimizde bütün ekip onu halletmek üzere koordinedir, hızlı bir hareket zinciri vardır.
24 saatin 24 saatinde de aktifiz. Burada gece-gündüz, saat kavramı yoktur, işlerimiz planlanmıştır, 24 saatin içerisinde yapılacak olan işler 24 saat boyunca kesintisiz olarak devam ettirilir. Bizde mesela yemek, mola saati yoktur. Herkes işini tamamlayıp belirli aralıklarla belirli bir düzen içerisinde kısa aralıklarla sadece molaya çıkar, gelir. Bunu yapabildiğiniz ölçüde varsınız yoğun bakımda. Bazen aramıza katılan arkadaşlarımızdan çalışma ortamının ağırlığı dolayısıyla 'Allah'a ısmarladık' demek isteyenler olmuştur. Onları uğurlamışızdır, bu en doğal hakları. Bunu yapabildiğimiz ölçüde buradayız zaten."
Özer, insanın işini sevip, profesyonelleştikçe o işin artık yük gibi gelmediğini vurgulayarak, "Her şeyden önce sevmek gerekiyor. İnsanı sevmek gerekiyor, hayvanı sevmek gerekiyor, canlı olan her şeyi sevmek gerekiyor. Bu sevgiyle beraber aslında her şey çok kolay devam edip gidebiliyor. Ayrıca dikkat önemli. Hata kabul etmez. Bir hata çok büyük şeylere sebebiyet verebilir o nedenle bu dikkatle her zaman hareket ediyoruz." ifadeleriyle sözlerini tamamladı.