“OLAYIN HİÇBİR SİYASİ BOYUTU YOK, HUKUKİ BOYUTU VAR”
Hukuk devletinin işlediği ülkelerde herkesin hesap verebilir durumda olduğunun kabul edilmesi gerektiğini söyleyen Davutoğlu, “Kimse baştan suçlu ilan edilemez, ama kimse de ‘ben şu veya bu gerekçelerle kamuoyunun gündemindeyim, dolayısıyla bana yapılana bir baskı görüntüsü verilirse ben bu zorunluluklardan azade olabilirim’ deme hakkına sahip değil. Bunu başka bir banka da yapmış olsa aynı işlem yapılırdı. Dolayısıyla olayın hiçbir siyasi boyutu yok, hukuki boyutu var, bu hukuki boyutuyla işleyen süreçle ilgili, başka türlü yorumlar, yani o çerçevede bunun neyi gösterdiğiyle ilgili, bütün bu olayın nasıl bir hastalığa tekabül ettiği ayrıca tartışılabilir” değerlendirmesinde bulundu.
“NİYE DİNİ BİR CEMAATİN, BANKASI, SAVCISI, MEDYASI OLSUN?”
Başbakan Davutoğlu, “Bank Asya, paralel yapının ekonomik bir ayağını mı oluşturuyordu” sorusuna, “Kimsenin, Türkiye’de hukukun işleyişiyle ilgili şüphe uyandırıcı cümleler kullanmaması lazım. Kullanıyorsa, kanıt getirecek. Yani, ‘Bu bankada 185 iştirakçinin bir kısmının da ismi bilinmesin’ diye söylüyorsa; hadi bunu tartışalım. Ama yok bir kuralsa; bu kurala herkes uyacak. Geri kalan 122 isim bilinmiyorsa; ortada şüpheli bir durum var demektir. Bir hukuk kuralı varsa, o hukuk kuralının gereği yapılır. Bu sürecin kendisinde, herhangi bir ayrımcı tutum, önyargılı tutum söz konusu değil, objektif kurallar işlemiştir, gereken yapılmıştır. Bunu dedikten sonra, tabii ki şu soruyu sormak hepimiz için geçerli bir husustur: ‘Niye, dini cemaat mahiyeti taşıyan bir grubun bankası olsun? Niye savcısı olsun, niye hukuk ayağı olsun, niye medya ayağı olsun?’ Herkes her faaliyeti yapabilir ama bütün bu faaliyetleri koordineli bir şekilde toplum hayatına bir kendi istediği düzeni, yaklaşımı dayatmak için yapıyorsa o zaman bunu sormak gerekir. Sivil toplum sivil toplumdur, banka bankacılık işlemi yapar, medya medya görevi yapar. Bunları doğasından çıkardığın zaman, banka bankacılık yapmamaya başlar” diye cevap verdi.
“TAŞLARI YERİNE KOYMANIN VAKTİ GELDİ”
Bankacılık sektöründe olanların, diğer sektörlerle ilişkisinin hep tartışıldığını belirten Davutoğlu, şöyle konuştu:
“90’lı yıllarda, bunu çok yaşadık; halktan mevduatı topluyor, kendi şirketlerine kredi olarak veriyor, sonra o krediler üzerinden bankanın içini boşaltıyor. Bankanın sorumluluğu devlet garantisi altında ama halktan mevduat topladıktan sonra kredi olarak kendi şirketlerine finanse ediyor. 90’lı yıllarda ekonomi bu yüzden çöktü. Bunun gibi bankacılık faaliyetlerinin dışına çıkan her türlü faaliyetin, finansal sektörü risk altına alması söz konusudur. Ama dün TMSF tarafından atılan adım, bütün bu boyutlarla da ilgisi olmayan, tamamıyla objektif, hukuki bir adımdır. Bunu da konuşmak hepimiz için bir zarurettir. Yani neden bir ihtiyaç hissediliyor, hangi motivasyonla? Bir ekonomik güç sahibi olunmak isteniyorsa, her bir şirket kendisi bir ekonomik güç sahibidir. Ayrıca ihtiyaç yok. Değişik şirketler bir araya gelirler, bir iş örgütü kurarlar ama bu ayağın, diğer tarafı finansal ayak, öbür tarafı bürokratik ayak, birçok ayaklar bir araya kurulup bir şeyler inşa edilecekse, işte o zaman paralel yapı denilen şey ortaya çıkıyor. Herkes işini yapmalı; sivil toplum kuruluşuysa sivil toplum kuruluşluğunu, parti ise partiliğini, bürokrasiyse bürokrasiliğini… Taşları yerine koymanın vakti geldi. Onun için ben olağanüstü kongremizde, özellikle yeni bir inşa ve toplumsal hayatı tanzim sorunuyla karşı karşıyayız derken; tam da bunu kast ediyordum. Bizim, sivil topluma ihtiyacımız var. Türkiye’de din özgürlüğü var. Herkes dini faaliyetini yapar, kimseye de bu konuda bir engel çıkmaz. Dini nitelikli olan bir faaliyeti, oradan çıkarıp, bürokratik, finansal bir faaliyete dönüştürüp, sonra da buradan devşirilen güçle belli bir siyasi gündemi ülkeye dayatmak isterseniz; işte o zaman demokrasinin ve hukuk çizgisinin dışına çıkmış olursunuz. Diğer vatandaşları, diğer dini toplulukları, diğer sivil toplulukları, farklı inanç ve düşünceye sahip grupları mağdur eden bir başka hegemonya da olmaya başlar ve bunu müsaade etmemiz, hukuk devletinde de demokrasi devletinde de mümkün değil.”