Okuyan, ekonominin gidişatı, hayat pahalılığı, halkın günden güne yoksulluğa sürüklenmesine karşın Cumhur ve Millet İttifakı'nın sorunun kaynağını gizleyen, seçime endeksli çözümlerinin, ülkenin içinde bulunduğu duruma çözüm olamayacağını belirtti.
Seçimin ertesinde Türkiye'yi seçim sonucu ne olursa olsun çok zor günlerin beklediğini iddia eden Okuyan'ın yazısının tamamı şöyle:
Cumhur, Millet, Kıyamet…
Seçimden sonrasını konuşmak için erken. Ama erken merken bir not düşelim: Seçimin sonucu ne olursa olsun, sandığın ertesinde Türkiye’yi çok zor günler bekliyor.
Millet İttifakı, “tek adam rejimi sonlansın, ülkenin sorunlarını kısa sürede çözeriz” diyor.
Çözemezler.
Çözemezler çünkü sorunların temel nedenini ortadan kaldırmak gibi bir niyetleri yok. Tersine sorunların gerçek kaynağını gizlemek için her tür çabayı gösteriyorlar.
Türkiye’nin sorunlarının kaynağında bugünkü sömürü düzeni var. Bu düzen toplumun emekçi kesimlerinin yoksullaşması, patronların zenginleşmesi, eşitsizliklerin artması üzerine kurulu.
Bu bir sonuç değil, bugünkü düzenin temeli. Özetle piyasa ekonomisi, kapitalist düzen başka türlü var olamaz. Çoğunluğun yoksulluğu, azınlığın zenginliğidir.
Efendim Saray’ın israfıymış, beşli çeteymiş, kötü ekonomi yönetimiymiş… Bunlar bir yere kadar!
Türkiye’nin büyük holdinglerine bakın, her birinin yuttuğu kaynaklarla kıyaslandığında Saray’ın debdebesi bayağı mütevazı kaçar.
Aslında…
Saray, kendilerine hizmet eden siyaset erbabına bu holdinglerin hediyesidir.
“Yok öyle değil“ diyenler, buyursunlar tartışma masasına!
Peki, muhalefet tarihi bir hayat pahalılığı ile boğuşan insanlarımıza ne demiş oldu?
“Bunlar beceremiyor, biz yaparız”.
“Ne yaparız”?
“Yoksulluğu, israfı, yandaşa çalışan ihale sistemini ortadan kaldırırız.”
Pek güzel.
Güzel ama özel çıkarlar üzerine kurulu bir ekonomik sistem sürdükçe, ihaleler adil olamaz. İhale, topluma ait olan kaynakların kullanımıyla birilerinin kâr etmesi demektir. Bunun adili olmaz.
Ayrıca…
Adaleti yerel yönetimlerde görüyoruz.
Sonra bürokraside, devletin üst katlarında israf engellenebilir elbette. En azından görgüsüzlük ve arsızlık daha az belirgin hale getirilebilir.
Ancak…
Kapitalizm tüketimi özendiren, tüketemeyecek kadar yoksul olanları borçlandırarak tükettiren akıl dışı bir sistemdir. Kapitalizmi tanımlamak için yeterli olmasa da “tüketim toplumu” ifadesi çok şeyi açıklamaktadır. Kapitalizm kaynakların çar çur edilmesi, insanlık için değil kâr için kullanılmasıdır.
İsrafın daniskasıdır.
Yoksulluk ise az önce söylediğim gibi kapitalizmin temelidir.
Kapitalizme dokunmadan yoksulluğu ortadan kaldıracağım diyenlerin, bu vaadlerle iktidara gelenlerin enflasyonu patlatmak dışında bir “başarısı” görülmedi tarihte.
Daha bitmedi…
Kapitalizme dokunmadan hem yoksulluğu kaldıracağım hem demokrasiyi güçlendireceğim diyenler kısa sürede ya daha baskıcı bir yönetime dönüştüler ya da baskıcı hatta faşist iktidarların gelmesine vesile oldular.
“Biz gelince, yatırımcı gelecek” müjdesini veriyorsanız örneğin, sermayenin vergi muafiyetleri ve benzer kıyaklar, sıfır kısıtlama ve düşük ücret peşinde olduğunu bilmezden geliyorsunuz demektir.
Millet İttifakı hem reel ücretleri artıracak, hem demokrasiyi güçlendirecek, yani işçi sınıfının örgütlenme ve grev hakkını genişletecek hem yabancı sermayeyi ülkeye çekecek(miş).
Böyle bir formül ya da sihir yok!
Ama konuşuyorlar.
Onlar konuştukça, hayat pahalılığından bunalan milyonlarca insan umutlanıyor haliyle.
Milyonlar umutlandıkça, Erdoğan’ın canı sıkılıyor.
Ülkenin yerli ve yabancı sermaye tarafından yağmalanması, laikliğin ayaklar altına alınması, işçi sınıfının baskılanması üzerine kurulu sistemin açık sonuçları ortaya çıktıkça çarşafa dolanan iktidar, muhalefetin bu kez “sağlam” gelmesinden panikliyor.
Türlü oyunlar, denemeler tutmayınca, yani Millet İttifakı dağılmayınca, AKP çareyi açılmakta buluyor.
Bir kez daha dış kaynağa açılıyor Erdoğan. Ömrünü çoktan tüketmiş ama bir türlü mezar kazıcısı ortaya çıkmayan batılı emperyalist ülkelerin zaafları ile Rusya’nın kendine alan açma ihtiyacını iyi değerlendirerek ülkeye milyar milyar dolar sokuyor. Rusya, Katar, Suudi Arabistan derken sandığa kadar gerekli paranın bir kısmı bulundu bile.
Emekçilere açılıyor Erdoğan. Nasılsa enflasyonun freni patlamış, ne verilirse o başka taraftan fazlasıyla alınıyor. Ücretler sürekli artıyor artmasına ama alım gücü de sürekli azalıyor. Sonbahara torba yasalar hazırlanıyor. Hekimlerle başlandı, devamı gelecek.
Millet İttifakı beşli çeteye mi vuruyor, Erdoğan stokçuya yükleniveriyor. Her zaman bir günah keçisi bulunur, yeter ki sistem sorgulanmasın, düzen bozulmasın.
Peki düzen bozulmayacaksa kaynak ne?
Bu iktidarın en büyük becerisi, “artık deniz bitti” dendiği sırada yeni talan ve yağma konuları icat etmesi. Evet elde pek bir şey kalmadı ama günü kurtaracak bir şeyler elbette bulunur.
Beşevler’deki Banknot Matbaası’nın da harıl harıl çalıştığı biliniyor.
O halde ne olacak?
Ziraat Bankası ve başka kanallar üzerinden sisteme giren dış kaynak hibe değil. Bunun karşılığında ekonomik ve siyasi açıdan daha bağımlı ve daha borçlu hale geliyoruz.
Devletin keseyi açıp halkı sözüm ona rahatlatması ise acısı yine yoksullardan çıkacak büyük bir felakete dönüşecek. “Kemer sıkma”nın ne olduğunu bilen bir toplumuz. Bunun siyasal sonuçlarını da…
Özetle Cumhur-Millet el ele gidiyoruz kıyamete.
Peki bu gidişatı durdurmak mümkün değil mi?
Mümkün.
“Bu düzende en küçük bir iyileşme bile ya yalan ya çok kısa sürelidir” diyen komünistlerin güçlenmesi ve emekçi halkın iktidarının kurulması bu gidişatı durdurabilir.
Bu ikna edici değilse, kıyamet günü çözüm yine aynı. Vazgeçecek değiliz. Sonuçta insanlık yaşaya yaşaya öğreniyor.
Öğreniyor ama biraz yavaş öğreniyor…
Az bir hızlanmak iyi gelecektir…