21. yüzyılda demokrasi azlığının ve henüz modern anlamda ‘hukuk devleti’ olamamanın tartışıldığı bir ülkede yaşamak biz
Türkler için büyük bir talihsizlik olsa gerek.
Oysa uzun yıllardır demokrasinin nimetlerinden yararlanan gelişmiş dünya, demokrasiden yoruldu ve o ülkelerde şimdi faşizmin
ayak sesleri yükseliyor. Muhtemelen hafızalarını tazeleyip, geçmişte yaşadıkları karanlık günleri fark ederek demokrasiye
bulaşan faşizm kirinden kurtulacaklardır. Oysa biz hala emekleme dönemindeyiz ve henüz gerçek anlamda demokrasiye
kavuşamadık.
Bu gidişle Batı dünyası, demokrasi konusunda bize iki tur bindirirse hiç şaşırmamak lazım. Çok partili hayata geçtiğimiz günden
bu yana neredeyse her on yılda bir klasik ve postmodern darbeler yaşadık, en son da 15 Temmuz darbe girişimine maruz
kaldık.
Talihsizliğe bakın ki cunta dönemlerinin karanlığı hala hafızalarımızda tazeliğini korurken, sanki bunca acılar hiç yaşanmamış
gibi oturup adam gibi bir hukuk devleti inşa edememenin utancını yaşıyoruz.
Daha da vahim olanı, dindar-muhafazakar bir iktidar döneminde hukuksuzlukların, adaletsizliklerin ayyuka çıkmış olması…
Denebilir ki adaletli olmak dindarlara ait bir özellik midir? Elbette değil, ‘adalet’ evrensel bir kavramdır ve bütün iktidarların ve
tek tek bireylerin adaletli olmak gibi yükümlülükleri vardır. Ama hemen belirtmekte yarar var; eğer dindarlık bilincine sahip
olduğunuzu iddia ediyorsanız, Kur’an’ın adaletle ilgili önerileri sizin için daha da bağlayıcı bir nitelik taşımaktadır.
Adalet konusundaki ayet ve hadisleri burada yazmaya kalksak herhalde uzun metinler oluşur. Bu konuda adalet vurgusunun
güçlü bir şekilde yapıldığı şu iki ayeti belirtmek yeterli olacaktır:
“Şüphesiz Allah, adaleti, iyilik yapmayı, yakınlara yardım etmeyi emreder; hayâsızlığı, fenalık ve azgınlığı da yasaklar.
O, düşünüp tutasınız diye size öğüt veriyor.” (Nahl 16/90)
“Allah, size, emanetleri mutlaka ehline vermenizi ve insanlar arasında hükmettiğiniz zaman adaletle hükmetmenizi
emrediyor. Doğrusu Allah, bununla size ne güzel öğüt veriyor!” Şüphesiz ki Allah, hakkıyla işitendir, hakkıyla
görendir. (Nisa/58)
Gerek İslam siyaset düşüncesine, gerekse modern siyaset teorisine göre iktidarlar için en önemli meşruiyet kaynağı adalettir.
İktidarların, yönetilenler nezdinde meşruiyet kazanabilmeleri için ‘adalet dairesi’nde kalmaları şarttır.
Kuşkusuz adaletin tecellisinde en önemli unsurlardan biri de ‘ehliyet’tir. Adaletin bir gereği olan ‘ehliyet’, aynı zamanda
sürdürülebilir bir yönetimin de en zaruri şartıdır. Hz. Peygamber’in “İş ehil olmayanlara verildiğinde kıyameti bekle!” hadisi
gerek yöneticiler gerekse bireyler için önemli bir uyarı niteliği taşımaktadır.
Düşünün ki Türkiye diğer Müslüman ülkelere göre azımsanmayacak bir demokrasi tecrübesi olan ve de ağır aksak da olsa
işleyen bir hukuk sistemine sahip bir ülke. Hukukun işleyişine ilişkin geçmişte de ciddi şikayetlerimiz vardı ama her şeye rağmen
yargısal sistem işlemeye devam ediyordu.
Aslında anayasa ve yasalar anlamında, demokratik dünya ile aramızda çok büyük farklar yok, hatta AB’ye tam üyelik sürecinde
çıkarılan yasalar dikkate alındığında demokratik ülkelerden daha iyi hukuksal mevzuata sahip olduğumuz bile söylenebilir.
Ama gelin görün ki 22 yıllık AK Parti iktidarında yargı öylesine siyasallaştırıldı ki toplumda adalete olan güven diplerde
seyrediyor. “Hukukun üstünlüğü” endeksinde, özgürlükler, şeffaflık ve yolsuzluk endeksinde antidemokratik ülkelerde adeta
yarış halindeyiz.
Biliyoruz ki bu iktidar muhafazakar ve her vesileyle dindarlık meselesini ön planda tutmaya çalışıyor. Mesela ‘dindar
nesil’ yetiştirme en önemli hedeflerinden birisi. Ama ne hikmetse hukuk, adalet, ehliyet, liyakat gibi dinin en temel önerileri
konusunda belki de en duyarsız iktidar olma özelliğine sahip.
Böyle bir tablo karşısında, AK Parti mensubiyetine sahip insanların dinin bu önerilerine inanmadıklarını söyleyebilir miyiz?
Elbette hayır, inanıyoruz ki büyük bir bölümü dindar insanlar. Ama hukuka riayet ve adaletli olmak konusunda duyarlı olmadıkları
kesin…