Kategoriler

CEMAATLER VE TARİKATLAR

Türkiye Cumhuriyeti kurulduğundan bu tarafa Devlet terör örgütleri ile mücadele ettiği kadar cemaat
ve tarikatlar ile de mücadele etmiştir.
Tekke ve zaviye kanunu bunun için çıkarılmıştır.
Bu cemaat ve tarikatlar öyle zaman olmuştur ki Diyanet İşleri Başkanlığına savaş açmış,kapanmasını
istemişlerdir.
İşte FETÖ terör örgütü bunların başında gelmektedir.
15 Temmuzu bize kimse unutturamaz
O hain darbe kalkışması bu milletin sağ duyusu ile bastırılmıştır.
2 oy uğruna bunlara yüz vermek tehlikelidir.
Bu gün oy verirler yarın Devlet idaresini isterler.
Bunu FETÖ da gördük.
Bir gencin intiharı sonrası başlayan tartışma, söylenenler, söylenemeyenler, tepkiler ve gerilimler meselenin
ne kadar can yakıcı bir noktada olduğunu gösterdi.
Kadın cinayetleri, yolsuzluk haberleri, yabancı düşmanlığı, haksız tutuklamalar, yanlış yargı kararları gibi
birçok konuda acı bir olaydan sonra kamuoyu meseleyi uzun uzun tartışıyor. Ancak sonuç getirici bir yere
ulaşmadan mesele bir başka hadiseye kadar unutuluyor.
Son intihar eden gencin hikayesi tek başına büyük bir gerilim alanını tarif etmeye, oradaki sorunları
anlamaya yetmiyor. Daha doğrusu tekil olayları bir bütün içinde ele almayı, buradan ders çıkarmayı
bilmediğimiz için kısa süren alevli tartışmaların ötesine geçilmiyor. Buna benzer vakalarda gerçekçi analizler
ve yapıcı çözümler üretemedik.
Daha önce de benzer kurumlarda yaşanan taciz olayları ya da kendini din adamı olarak tanıtan kişilerin
işlediği suçlar gündeme geldi. Çoğunda ya ilgili çevreler sessiz kaldı ya suçlar bireysel istisnalar olarak
görüldü ya da mesele siyasallaştırıldı. Muhafazakâr mahalle, bazı bilinen istisnalar dışında intihar
hadisesinde de yine sessiz kalmayı tercih etti.
Son olayın ardından radikal seküler kesimden yükselen “cemaat ve tarikat yurtları kapatılsın” çağrısı bu
sefer de makul bir tartışma zemininin önünü tıkayan unsurlardan biri oldu. Söz konusu toptancı ve
gerçeklikten uzak yaklaşım; İslami camiada cemaat ve tarikat yapıları ile ilgili sorunları bilen, farkında
olanlarda bile tepki doğurdu. Nihayetinde de tartışma mesafe alınamadan uçlardaki pozisyonlara hapsoldu.
Kısa dönemde sağlıklı bir çözüm bulunur mu? Ayrıca çözüm bulmamız gereken meselenin kendisi tam
olarak ne? Toplumsal ve tarihsel bağlamdan bağımsız bir cemaat sorunumuz mu var?
Bunlar kritik sorunlar. Ancak yaşananları sadece böylesi keskin tutumlarla tarif etmek de makul eleştiriler
getirenlerin sesinin duyulmasını engelliyor.
Değer verdiğim seküler isimlerden aldığım mesajlar aslında bu kesimdeki endişeyi de tarif ediyor:
“Herkes toptancı yaklaşmadı, kapatalım demedi ama sesleri pek duyulmadı. Bu yurtlar denetimden
istisna sayılmasın, gençler emanet ediliyorsa orada ne olduğu bilinsin, cemaatin elemanı aynı
zamanda o yurdun denetleyicisi olmasın gibi öneriler de vardı. Bir de isteyen her öğrenciye devlet
yurt sağlamak zorunda, parası olmadığı için şu veya bu cemaate aileler de öğrenciler de mecbur
olmamalı.”

“Bence sorunun önemli bölümü makulü konuşanların sesinin duyulmaması, kulakların diğerlerine
duyarlı olması. O da siyasette artık kimsenin kimseyi duymaya tahammülü olmamasından. Yine de
umutsuz olmamak lazım, hala konuşabilenler var.”
Bu tavrın ötesine geçip İslami kesimden sert bir özeleştiri bekleyenler var. Türkiye’nin son yirmi yılında
keskin dönüşümlerin yaşandığı, herkesin diğerini mahkûm ettiği bir ortamda, üstelik ulusalcı kesimin
özeleştiri sicili de ortada iken bu ne kadar mümkün, soru işareti.Ertelemek mümkün mü? Maliyeti büyüterek
mümkün. Bugün itibariyle Türkiye’de dini anlayışın, dinin toplumdaki konumunun, dini yapıların, dinin
siyasetle ilişkisinin yeniden tanımlanması gerekiyor. Cumhuriyet’in, Osmanlı’nın son döneminde başlamış
dönüşümü radikal bir ivmelendirme ile ve toplumsal yapıları deforme ederek sebep olduğu kırılmaların
üzerinden bir asır geçti.
Bu kırılmalarla yüzleşmek, hesaplaşmak şart ve yapılmalı. Ama bu bahane ile kendi gerçeklerimizle,
sorunlarımızla yüzleşmeyi ertelemenin, sorunları çözmeyi bir kenara bırakalım tarif etmekten korkmanın
kimseye faydası yok. En çok da İslami kesimin kendisine yok.
Cemaatlerin ve tarikatların bu topraklarda ülkelerin, imparatorlukların, ideolojilerin yaşam süresini aşan
geçmişleri ve dinamikleri var. Çoğu sadece bu tarihsel geçmişin dışında güncel ihtiyaçlara da yaslanıyor.
Dünya savaşlarına, kitlesel göçlere, değişen sınırlara rağmen varlığını koruyan yapıları yok saymak ideolojik
takıntıların dışında anlamlı değil.

Yorumlar